X

İyi hissetmenin mecburi olduğu günlerden geçiyoruz. “Sadece pozitif titreşimler lütfen” filanlı günler bunlar. 'Kafana koyduğun her şeyi yaparsın'lı. 'İyi hisset'li. 'Gülümse'li.


İyi hisset. Olmadı mı? Hemen avokadonun üstüne ananas rendele. Sen de yapabilirsin. Kaşlarını çatma. Ama bak iyi hisset. Uyanır uyanmaz pozitif bir düşünce aklına getir. On kilo metre koş. Proteini arttır. Pozitif titreş. Olmadı avokado doğra. Çiğ badem döv. Bir on kilometre daha koş. O sırada potansiyelini yaşa.


Sosyal medya özellikle Instagram istila altında. Hadi o mecraları geçtim. Onlar zaten yalan dolan da. Gündelik hayatta da avokadolarıyla, karın kaslarıyla, gülümsemeleriyle üstümüze üstümüze gelmeye başladılar.


Maruz kaldıkça aklıma ABD’ye yolu düşen herkesin bildiği o korkunç yapmacık Amerikan kibarlığı ve neşesi geliyor. Hangi mağazaya, restorana girseniz yüzünde bire bir aynı plastik gülümseme ile sizi karşılayan insancılar en yakın arkadaşınız gibi sorup dururlar “merhaba, nasılsın?” , “merhaba, nasılsın?” “merhaba, nasılsın?” “merhaba, nasılsın?” Günde en az 50 kere kadar bu olur.


Hepsinin suratında bire bir aynı gülümseme vardır ve “merhaba, nasılsın?”ın tonlaması birebir aynıdır. İnsandan ziyade mutlu görünmeye programlı robotlar gibidirler. Bir süre sonra siz de aynı şekilde gülümseyip aynı şekilde cevap vermek zorunda kalırsınız ve hayatınız gerzekçe hissetmediğiniz bir gülümsemeyi suratınızda taşıyarak geçer.


Bu Amerikanlaşmış sahte iyi hissetme hali bir süredir Türkiye’de de pompalanıyor. Üstelik sosyal medyada öyle bir temsili var ki sanırsınız dünyada iyi hissetmeyen, pozitif titreşmeyen, potansiyelini yaşamayan bir siz varsınız. Bu temsil insanları korkunç bir yalnızlığa itiyor.


“Sen de yapabilirisin, her şeye iyi yönünden bak! Yarım dilim ananas ye, eteklerin benim gibi böyle uçuşsun. Negatifliğe yenilme, en zor anlarda bile hep gülümse!”


Dünyanın en insani duygusu olan acı çekmek bir tür hastalık oldu. Zaten doğası gereği acıdan uzaklaşma meylinde olan insan için acı öyle bir canavarlaştı ki acı çekince hastalandık zanneder olduk. Etrafımızdaki herkesin avuç avuç antidepresan alması sadece hayatın zorluğundan değil, acının bir his olarak hastalık olarak görülmeye başlamasından. Halbuki gariban acı sadece hissedilmek ister, başka da derdi yoktur. Hissedilince dostunuz olur. Gerzek gerzek gülümsemenize lüzum kalmaz. Avokado masrafından kurtulursunuz.


Bu halin en çok görüldüğü yerlerden biri ne yazıktır ki yoga merkezleri olmaya başladı. Gün geçmiyordu ki bir yoga hocası ders sırasında size gülümsemeniz gerektiğini hatırlatmasın. İnsanın aklı şaşıyor.


Yoga Merkezlerinde de artık “zihnin sana oyunlar oynuyor, ondan bir türlü ayağını alıp ağzına sokamıyorsun”, “Her gün 50 kere şu hareketi yap ki potansiyelini köküne kadar yaşa”, “Ayağın ağzına girsin ve girdiğinde anan ağlarken muhakkak ki sen gene de gülümse ve pırıl pırıl parla”...


Çok şükür yoga meselesine bu furyadan önce girdik. Bize yogayı böyle öğretmediler. Her seferinde sadece hisset dediler. Ne hissediyorsan sonu kadar hisset. Bak dediler bu mat, bir metre karelik bir özgürlük. Hissetmek için.


“Bu pozitif düşünme teşvikinin içinde şiddet var” diyordu bir yazıda. Ne kadar doğru. Bu halin içinde başka halleri reddeden hatta saldıran bir şiddet var.


Velhasıl kelam sevgili iyi hissetçi kardeşlerim; talimatlı gülümsemelerinizi, planlı iyi hissetmelerinizi, avokadolarınızı, koşu bantlarınızı, hedeflerinizi alınız ve potansiyeliniz biz acı çeken sıradan insanlardan uzak bir yerde doyasıya yaşayınız.


Talimatla gülümsemiyorum. Nokta.