X

Yaşananlar hiç umurumda olmadı yazı da yazmayı düşünmedim. Ama bir doktor muayenehanesinde; “Bu sefer şiir kazandı, müzik kutusu kazandı Onur’um” demecini tesadüfen duyunca “yok artık” diye yerimden sıçradım.


Bu sefer, purolu, kalantor adamlar kazanmamış; şiir kazanmış Metin kazanmış. Gençler bunu örnek almalı ve dünya malına mülküne değil gönül işlerine yatırım yapmalıymış. Ha bir de! Metin Hara’nın eski sevgililerini google’layacakmışız. Zaten hepsi, çok güzel, hepsi çok ünlü ve hepsi çok tatlıymış.


Ben de kendisine Metin’im, “Şiir ve müzik kutusu kazanmadı cicim” diyorum.


Metin Hara’nın dünyanın en güzel kadınlarından birini nasıl tavladığını anladık da Adriana’nın Metin’in kalbini nasıl çaldığına dair bir açıklama göremedik. Böyle bir açıklamaya gerek yoktu çünkü zaten Adriana Lima’nın var olan nitelikleri ile bir de Metin’e şiire yazacak hali yoktu. Çok güzel, çok ünlü olmanın üstüne, en fazla bir de “çok tatlı” olarak zaten yapacağını yapmıştı.


Ben şiir ve müzik kutusuna tav olmayacak pek az kadın tanıyorum. Dolayısıyla Metin Hara sandığı kadar büyük bir kurtuluş savaşına imza attığını düşünmüyorum.


Ama aynı zamanda çirkin bir kadından gelecek şiir ve müzik kutusuna tav olacak bir tane bile erkek tanımıyorum. Belli ki Metin’im de buna dâhil... Yoksa bir insanın bütün sevgilileri nasıl çok güzel ve çok ünlü olur? Ve neden bu nitelikler böyle gözümüze gözümüze sokulur?


Kadınların dünyasında yine hep kazananlar kazandı. Güzellik kazandı, bacak boyu kazandı, zayıflık kazandı, fitlik kazandı, ünlü olmak kazandı... Kadınları cenderede tutan her ne varsa o kazandı...


Şimdi sorsak “ne alakası var, Adriana benim kalbimi güzel kalbi ile fethetti” der. Ve Adriana’nın da çok güzel bir de kalbi olabilir. Bu spiritüel dünyanın erkeklerinin en büyük yalanıdır. Hepsi gönül gözüyle görür... Ama nedense gördükleri ve seçtikleri güzel kalpleri, hep sülün gibi kızlar taşımaktadır. Biri bile elinde bir müzik kutusu ile çıkagelen 100 kiloluk bir kızın o çok gerçek çok güzel kalbini görmez. İş kadınlara gelince bir türlü şiir ve müzik kutusu kazanamaz. Bir sürüye dahil olmak ellerini kollarını bağlar, çıkıp göğüslerini gere gere “güzel kadın seviyorum, ünlü kadın seviyorum” diyemezler. Üstüne bir de kalbi güzel olursa daha da acayip seviyorum diyemezler. Diyemedikleri yerde de yürüdüklerini iddia ettikleri Yol onları sırtlarında atar...


Eski sevgilimle kadın erkek ilişkileri konusunda dertleşiyorduk. Ben “çok takılıyorsun güzelliğe, ihtiyacın olanı sana verebilecek, mutlu olabileceğin kadınları göremiyor olabilirsin” dedim. “Hiç umurumda değil” dedi. “Mutlu olmak benim için o kadar önemli değil, beraber olduğum kadının güzel olmasını tercih ederim”.


Bence bu insan Metin Hara’dan kat ve kat daha spiritüel bir insan. Bu 'Yol' başka türlü yürünmez.


Metin Hara’nın kitabını okumadım ve kendisinin hep Jeff Foster taklidi olduğunu düşündüm. Batılı genç bilge... Kitabı okumamamın nedeni orijinal bir fikir içermediğini düşünmem. Budha’dan bu yana binlerce yıllık düşüncelerin, genç bir adamın dünyası üzerinden tekrarlanan bir iletişimi...


Ve tüm bunların hiçbir sakıncası yok... Hatta tüm bunlar iyi... Bu çok kıymetli fikirlerin genç adamlar tarafından anlatılması, bu çok kıymetli Yol’a bu genç yaşlarda düşülmesi, bence çok iyi...


Tüm bunlar ancak olmakta olanın ne olduğunu bilirseniz iyi. Tüm bunlar -mış gibi yapılmadığı üstüne olmayan şeyler eklenmediği zaman güzel.


Metin Hara’yı eli kalem tutan, iletişimi kuvvetli, girişken, spiritüel işlere merak salmış, bu konuda hırsları olan bir genç olarak görürseniz zaten ortada sorun kalmıyor. Sorun Metin Hara’nın kendisini ve etrafındakilerin Metin Hara’yı böyle görmemesiyle baş gösteriyor. Olmadığın gibi olmaya başlayınca o Yol’dan çıkıyorsun. Ne hırslı olduğunda, ne cahil olduğunda... Hırslı ve cahil değil-miş gibi yaptığında yol seni sırtından atıyor... Bütün komplekslerini kucaklayıp, sırtlayıp düşersen yola; o zaman Yol sana yürünür oluyor.


Metin Hara’nın kitabını yazdığı Yol’u yürümeye cesareti varsa, gazetelere verdiği demeçleri bir daha bir daha okur. Bu demeçlerdeki kompleksleri görür, o komplekslerin gözlerinin içine bakar, onları kucağına alır, başlarını okşar ve tekrar yola çıkar... Hepimiz, her gün öyle yapıyoruz... Sevilmemekten korkmak suç değildir.


Zeynep Aksoy, YinMindfulness Festivali’nde “bir hoca neden çok bahsediyorsa derdi onunladır” demişti. Bu yol doğrusal değildir, döngüseldir. Bazen bir bakmışsınız sanki hiç yürümemiş gibi başladığınız yere geri dönmüşsünüz...