X

“Yeni bir ‘ne yazmak istediğimi çok iyi biliyorum, ama yazamıyorum’ yazısına hoş geldiniz!” diyerek başlayacaktım bu haftamın yazısına, sonra vazgeçtim.


Tam tersine bu sabah, ‘yazsam ne olacak, yazmasam ne olacak’ modundayım. O yüzden aşağıdaki konulardan her hangi birini uzun uzun yazdığımı varsayabilirsiniz.








Sokağa çıkıyorum, derin derin nefes almaya çalışıyorum, yürüdüğüm caddenin ucunda polis 10 kişilik “muhalif, çatışmacı, radikal” gruba biber gazı sıkıyor, koşarak kaçıyorum, çünkü taze bir 1 Mayıszede olarak biber gazının da, tazyikli suyun acısını da iyi biliyorum, dizim de hala sakat zaten!


Ertesi gün, haberlerde 3-4 yaşlarında Beşiktaş taraftarı çocuklara polisin biber gazı sıktığını gören Galatasaray taraftarı oğlum, kendi kendine aldığı kararı bildiriyor: “Ben artık stadyuma maç seyretmeye gitmek istemiyorum, bak gaz sıkıyorlar çocuklara…”





Başka bir gün, yeni kurulacak “Otizm Dostları Derneği”mizin kuruluş çalışmaları için anne dostlarımla toplantı yapıyoruz. Evlere dağılmadan önce hangi yoldan gideceğimizi tespit etmek için önce Twitter’da araştırmaya girişiyoruz: ‘Acaba polis yolumuzun üzerinde bir yerde biber gazı sıkıyor olabilir mi? ‘ Evime uzun yoldan dönüyorum, başıma bir iş gelmeden eve dönmeyi başardığım için kendimi tebrik ediyorum, oysa kafamda sürekli sorular soran küçük kız “nasıl yaşıyoruz artık biz bu şehirde?” diye soruyor, cevaplarını bilmediğim sorular sormaya devam ettiği için artık o küçük kızdan pek hoşlanmıyorum.


Dönüp baştan yazdıklarımı okuyorum, bu konu başlıklarına son birkaç ayda başımıza gelen en az 10 konu daha ekleyebileceğimi düşünüyorum, oysa 2500 vuruşu çoktan aşmış durumdayım. Mor Pencere’mde çok başka yaşam açılarını anlatan yazılar yazmak istiyordum ama maalesef, hayatımızın akışı ve vicdanım artık buna el vermiyor.


Derin, koyu, keskin, yarası hiç kapanmayan bir acı hissediyorum.



İçim acıyor…