X

Saat bir pazar sabahının 07.42’si ve ben daha fazla heyecanıma dayanamayıp, yataktan kalkıp kafamda ilk yazımı yazarken kâğıda dökeceklerimi nasıl toparlayacağımın telaşına kapıldım…


Her şeye bir yerden başlamak gerek… Kendi hikayeme de bir başlangıç seçeceğim tabii ancak hayatımdaki önemli kişiler muhtemelen bambaşka başlangıçlardan söz ederler sorsanız. Ama sonuçta hepsinin sonu bugün olduğum kişiye yani bana çıkıyor ve ben işte karşınızdayım.


Kulaklığıma müziğimi verdim, kahvemi hazırladım ve tan ağarırken Teşvikiye’nin bitişik sıra tek cepheli evlerinden birisinde odayı aydınlatmaya yetmeyen gün ışığına inat bilgisayarımın başında keyifle başlıyorum “ilk” yazıma…


Dedim ya herkesin bir başlangıcı mutlaka vardır diye; benimkisi ise annemin günlerinde, gelen teyzeler için evde heyecanla ve koşuşturmayla yapılan lezzetli pasta ve böreklerle oldu…


Ne yalan söyleyeyim benim için çok da eğlenceli olmayan orta yaşlı kadınların bilindik parfüm kokuları içerisinde toplanmalarının bence en güzel sonucu mutfakta pişirilenlerdi. Evin babası evden bir pazar gününün keyfini yaşayamaması için gönderilse de evin çocuğu ayakaltında dolaşmadıkça çok da sorun yoktu. İşte her şey o günlerde başladı diyebilirim…


Annemin bir gün öncesinden yapmaya başladığı hummalı hazırlıklar, farklı farklı, pratik ama gelenlerde “Düriye Hanım ne kadar güzel olmuş, vallahi tarifini istiyorum bunun!” tadında yaratacağı lezzet patlamasını yakalamak için denenen değişik tariflere bizzat şahit hatta ilk deneyeni oluyordum. Aramızda kek harcı yapılıp da kalıba döküldükten sonra kapta kalanı sıyırmayan var mı ki? İşte anneme yardım derken elimin yatkın olduğu ve tombikliğimin ise yemekle aramın nasıl da iyi olduğunun ispatı olduğu günlerdi…


Başıma bazı kazalar da gelmiyor değildi hani. Ama bunlar sanırım “aşçılığın” deneysel ve öğrenme ilkesine hizmet etmek için karma tarafından başıma gelenlerdi. Örnek mi? Mesela ilkokul beşte okulda öğlenci olduğum dönem her okuldan eve gelişimde kendime büyük zevkle hazırladığım salçalı kaşarlı yarım ekmek tost yerine, bir gün, önceki gün televizyonda izlediğim mangal ateşinde sucuk çevirmeyi ocakta deneyip tam finali yapacakken aç gözlülüğüme dayanamayıp hala sıcak olan çatalı yalayınca dudaklarımın yanması ve kaba tabirle “arap dudağı”na dönmesi… Ama üzüldüğüm, dudaklarım değil yaptığım enfes sucuğu yiyememekti..


***


O zamanlar yemek üzerine babamla olan anılarım daha çok babamın Vanlı annemin Antalyalı oluşundan dolayı evimiz mutfağına babamın kazandırdığı birçok inanılmaz doğu lezzeti; misal murtuğa, çiğköfte ve daha niceleri. Babamla birlikte yapmanın en keyifli olduğu şeylerden birisi de yeni gidilen yerlerin hep arka sokaklarında oranın yerel esnafına ulaşmak, kültürünü görmek, havayı koklamaktı ki bunlar arasında en çekicileri tabii ki yine yerel lokantalardı… Babamın siyah beyaz eski fotoğraflarına şöyle bir baktığımda sanırım kilolu olmamın genetik kodunu kimden aldığımı da kolayca anlıyordum!


Yıllar sonra babamla ilgili yaşadığım asıl şok ise; bundan birkaç yıl önce bir gün babamları ziyaretimde hep beraber otururken “yemekle ilgili bir planım var şunu yapıyorum, bunu pişiriyorum bu tariflere ihtiyacım var” diye anlatırken, o güne kadar sadece çiğköfte, menemen ve bulgur pilavı yaptığını gördüğüm babamın yerinden kalkıp mutfağa doğru giderken anneme mahlep’in yerini sorması, benim şaşkın bakışlarım altında tadına doyamadığım mahlepli kurabiye yapması oldu.

***


İstanbul ile tanışıp dört yıllık üniversite artı ikişer yıldan dört yıllık da iki yüksek lisans toplamda 8 yılda yaklaşık 35 kilo almıştım… Ama olsun, keyifle yedim gördüm gezdim pişirdim diye düşündüm. Ama itiraf edeyim bu kadar kilo almamın altındaki iki ana nedenden biri odun fırını ekmeği, diğeri ise hafta sonları yapılan benim üç kişilik yediğim sabah kahvaltılarıydı.


Okurken de yemekle ilgili popülerdim desem yalan olmaz. Öyle ki öğrenci yurdundaki dairemizde “evdekilerle yaptığım tariflerden” dolayı birçok arkadaşım hazır yemek yemekten kısmen kurtuldu. Hala o zamanlar evden getirdiğim biber salçasıyla marine ettiğim tavuk ızgaraları konuşuruz aramızda. Birçok keyifli sofralar kurup keyfini çıkarabildik ne güzel ki.


***


İçimdeki yemek aşkının bugün geldiği noktayı daha uzun uzun konuşacağız sizlerle ama geçmişle ilgili kısaca bu anlattıklarım, İtalya aşkım, aşçılık eğitimi denemelerim, katıldığım sayısız yemek atölyesi ve ailemden aldıklarımla yaptıklarımı çevremle, sizlerle ve herkesle paylaşma isteğim ve yüzlerdeki o dayanamadıkları hazzı görme çabam bugün beni motive ediyor.


Bundan sonra da umarım çok uzun zamanlar beraber yemek üzerine birçok konuyu tartışıp, benden ve sizden gelen birçok tarifi yapıp, aklımıza gelen ve hayata dair daha paylaşılması gereken ne varsa bu köşede yazıyor olacağım.


Bu sonu görünmeyen uzun bir yolun ilk adımı olsun…


Yemekten, pişirmekten, paylaşmaktan daha doğrusu hayattan zevk almaktan hiç vazgeçmeyin…