X

Sabahları bülbül sesiyle uyanıyorum. Balkonda gökyüzüne doğru uzanıp taptaze havayı içime çekiyorum. Kedilerden köpeklerden makas alarak iskeleye iniyorum. Hafta sonları, bir de günler uzayınca akşamları ormanda uzun yürüyüşlere çıkıyorum. Akşamları bomboş sokakların ortasından yürüyerek eve varıyorum. Otomobil yok, fayton çıngırağını korna sayamam. Geceleri yankılanan martı seslerinden başka şey duymuyorum.


Her gün birilerine “Yolum uzun ama olsun, kitap okuyorum, gazete okuyorum, bilgisayarımı açıp çalışıyorum” diyorum, “zaten deniz insanın bütün yorgunluğunu alıyor.” Hızımı alamayıp şöyle dediğim de oluyor: “İstersem ayakkabılarımı çıkarıp uyuyorum, tuvalet bile var vapurda sıkışırsam filan...”


Hepsi gerçek, yalan yok. Fakat ben bütün bunları sabah bir buçuk, akşam bir buçuk saat süren vapur yolculuğunun yorgunluğunu kendime unutturayım diye söylüyorum. Hayatı kolaylaştırmak için şehre, işe yakın bir daireye taşınamam. Çünkü her gün parmak bastığım makinen bir sabah beni tanımayabilir. Bundan da önce başka bir gerçek var aslında. Artık İstanbul’a katlanamıyorum.


Bu şehir ayağıma vuran ayakkabı, elime batan denizkestanesi gibi. Sokaklarında yere sürünmesin diye eteklerimi toplar gibi yürüyorum. Neresinde olursam olayım koltuğun ucunda oturur gibiyim. Tedirgin, rahatsız, huzursuz. Giderek mutsuz ve hırçın.


Düşünüyorum. Nereye gidebilirim? İstanbul, yaşadığım ülkenin hamile karnı. Nereye gidersem gideyim, göreceğim bu şehir. Hem artık mesele, insanı paramparça eden bir metropolden kaçmak da değil. Oksijeni bitmiş bekleme salonu gibi Türkiye. Her gün haber okurken, dinlerken, yazarken ağlıyorum. Tahammülün, mücadelenin, çarpışmanın bir sınırı var. İnsanım ve tükendiğimi hissediyorum.


Düşünüyorum. Bir tane hayatım var. Ve şiddetle toprağımı değiştirme ihtiyacı içindeyim. Kendimi götürüp başka bir yere ekmek istiyorum. Seçtiğim toprağın iklimi beni sever mi bilmiyorum. Canıma kast etmedikçe öyle her şeyi sorun etmem. Uzundur tek hissettiğim köklerimin çürüdüğü, böceklendiğim, yapraklarımın sarardığı.


Burada saplanan bıçakları nereye gitsem çıkaramam biliyorum. Yine de gitmek, kendimi başka bir toprağa ekmek istiyorum. Biraz da başka bir toprağın bitkisi olayım istiyorum. Köklerim biraz nefes alır mı, yeniden çiçek verir miyim?


Kendimi yeniden ekmeden bilemem.