X

“Bizim bir isim değişikliği işimiz vardı.”

“Kimin?”

“Oğlumun.”

“Oğlunuzun dili yok mu? Konuşamıyor mu?”

Eliyle sinirli sinirli kapıyı gösteriyor yüzüne bakmadan.

“Dışarıda bekleyin!”

Kadın uzatılan belgeyi alıp inceliyor. Gördüğü bilgileri genç adama tekrarlatıyor.

“Yeni isminiz?”

“Thierry.”

“Eski isminiz?”

“Ahmet.”

Kızgın kızgın soruyor.

“Niye değiştirdiniz ki isminizi?”

Thierry susuyor. Kadın, elindeki belgeyi masaya atıp bilgisayar ekranına dönüyor.

“Sonra bir sürlü zorluk çıkaracak size bu. Offf!”

Thierry nazik. Ağzından hiç şöyle sözler dökülmüyor:

“Sana ne? İsim benim değil mi, ister olduğu gibi kullanırım, ister değiştiririm? Derdi seni mi tuttu?”

Veya şöyle demiyor:

“İşine bak. Burada benim kâğıtlarımla alâkadar ol diye sana para veriyorlar. Beni de babamı da azarla diye değil.”

Kadın sıkılarak, yüzünü buruşturarak, aldığı nefesleri ağzından offflayarak, klavyenin tuşlarına taşa çekiçle vurur gibi vurarak, arada çaycının getirdiği bardaktan bir yudum alarak işlemlere başlıyor. Thierry ayakta bekliyor. Boş sandalyeye oturmuyor, kimse de oturabileceğini söylemiyor.


Kadının hali o sabaha, o güne özgü değil. Ters tarafından kalkmış değil, ters yaşıyor. Bir yıl kadar önce gittiğimde “Adres değişikliğini sadece sabah alıyoruz haberiniz yok mu?” diye beni de azarlamıştı, ayrıca elinde numarayla yanlış odaya girenlere de bağırmıştı, oradan biliyorum. “Bilmiyordum. Sabah yetişemedim, çünkü uzakta oturuyorum” deyince yan masadaki mesai arkadaşı işlemi beş dakikada bitirmişti. Thierry’ye muamelesine tanıklık ederken yine yan masadayım. Mesai arkadaşı bu kez başka bir işimi yine beş dakikada güler yüzle tamamlıyor.


Üç masanın sığdığı on metrekare odada, içimden “bizim özetimiz bu” diye geçiriyorum. Kadın, Thierry, Thierry’nin babası, ben, işimi yapan güler yüzlü ikinci kadın, evrakı imzaya götürmek için bekleyen bey, içinde bulunduğumuz bina, hemen dışarıda akıp giden hayat bizim ekstremiz.


Aslında bir üst kata çıkıp olanları anlatmam gerekiyor. Thierry’yle babasının, yanlış odaya girenlerin de aynısını yapması gerekiyor. Ama muhtemelen hiçbir şeyin değişeceğine inanmadığımızdan yapmıyoruz. Bunun yerine koşar adım uzaklaşıyoruz oradan. Kadın da bunu bildiğinden, kim bilir kimlerden alamadığı hıncı, elinde numarayla önünde bekleyenlerden alıyor. Güler yüzlü kadın ise aramızdaki iyimserleri, her koşulda iyilikten yana olanları temsil ediyor.


Bizim özetimiz bu. Yaşadığımız yeri yaşanmaz hale getiren biziz. Küçücük bir odayı da, bir apartmanı bir siteyi de, bir mahalleyi bir caddeyi de, bir semti de, bir şehri de, bir ülkeyi de katlanılmaz kılan, sonra da oradan kaçmak isteyen biziz. Yanlış yapanın yüzüne söylemiyoruz yanlışını, arkasından söyleniyoruz. Yanlış yapandan sorumlu olana gidip “yanlış yaptı” demiyoruz, nasılsa parmağını kıpırdatmaz diye. Hiçbir şeyin değişeceğine inanmıyoruz. Sonra yanlış yapan, yanlışında ısrar ediyor, üstüne para alarak, o parayı da yanlış yaptıklarına ödeterek. Çark böyle dönüp duruyor.


Kader mi?

Değil.