X

Irmak’ın okulu ara tatildeydi geçen hafta. (Bazı okullarda ara tatil oluyor.) Biz de anne kız fırsat bu fırsat kaçtık. Önce Lüleburgaz’a kuzenime, sonra Eskişehir’e… İstanbul’da kalasım yoktu. Eskişehir ne zamandır aklımdaydı. Ne iyi etmişim de bu planı yapmışım.


Üç anne, üç çocuk hızlı trenle düştük yola. Orada da sadece her yere yürüyerek gittik. (Sazova Parkı hariç) Perşembe sabahı gidip Cuma gecesi döndük. Şimdi amacım, gördüklerimi yazmak değil. Bahsetmek istediğim konu farklı.


Bu yaz yurtdışındaydık akrabalarımızın yanında, bir kez sosyal medya hesaplarımda “burada korna sesi yok, yaya geçidinde herkes duruyor” diye yazdım, o kadar çok “ay meraklıysan git orada yaşa” yorumu geldi ki... Hemen olay başka yöne çekildi. Sanki ben gitmeyi istiyorum. Tersten anlamakta üstümüze yok! Bahsettiğim, medeniyetti aslında. Onun için de uzaklara gitmeye lüzum yok.


İstanbul’un hatırı sayılır, iyi semtlerinden birinde oturuyoruz. Korna sesinden cam açamıyorum. Toplam 5 saniye sürüyor Irmak’ı servisten almam, arkada korna kıyamet kopuyor. Ara sokakta karşıdan karşıya geçemiyorsun, ambulans geldiğinde ve bir hastayı araca bindirmeye çalıştığında arkadakiler söyleniyor. (Buna Irmak’la şahit olduk bu kış. Kar vardı, ambulans yolun ortasında bekledi sedyeyi, korna çalmayan kalmadı.) Kentsel dönüşümün tozunu, su dökülmeden yıkılan apartmanları saymıyorum bile. Sokaklarda kedi köpek kakaları, çöpler… Belediyeye de suç atamıyorum. Nereye kadar temizlesin? İnsan kendi çöpünü kendi temizlemeli önce. Bu bahsettiğim, en iyi semtlerden biri. Hani gelir seviyesi (çok önemliymiş gibi sanki) iyi olan!


Hızlı trenden indik, sırtımızda çantalar, otele yürüdük. 20 dakika gösteriyordu Google Maps. Şaşkındık. Çünkü… Sokakta ne çöp vardı, ne kaka, ne başka bir şey. Korna sesi az olduğu gibi, yaya geçidinde bize yol verdiler. Onca kalabalığa rağmen kimse bizi ite kaka geçmeye çalışmıyordu. Biz “anlatıldığı kadar var gerçekten” derken, ertesi gün daha da arttı şaşkınlığımız. Yine yürüyorduk çocuklarla ana caddelerden birinde. Bir baktık ambulans sesi. Daha kendisi yok, sesi var. Araçlar tek tek sağa çekti, dörtlüleri yakıp durdu. İlerleyen trafikte, henüz kendisini görmeden yol verdiler. Video bile paylaştım o sırada InstagramStory’de. Biz gerçekten, aslında olması gereken şey gerçekleştiği için şaşkın şaşkın izledik. Hani o yurtdışında çekilen videolar var ya sosyal medyada izlediğimiz, işte ona Eskişehir’de şahit olduk.


Sadece bu değil. Benimle yaşıt olanlar (39), büyükler hatırlar, eskiden elektrik direklerinde taksi çağırmak için sarı kutular olurdu. Basar düğmeye beklerdik. Sonra kaldırıldı hepsi. Çıktık Sazova Parkı’ndan, taksi beklemeye başladık. Haberimiz yok kutunun orada olduğundan. A bir baktık, tam yanımızda. Bastık. Aradan birkaç dakika geçince dedik “Yok herhalde çalışmıyor.” Durağın numarası yazıyordu üstünde, aradık. Dediler, “Geliyor.” Plakasını söylediler. Yarım dakika sonra yanımızdaydı. Demek basıp basıp kaçan, kötüye kullanan yoktu ki, çalışıyordu işte.


Müzelerde müze kart geçmemesine bozulur mesela insan değil mi? Ne bozulması, tam tersi sevindim. Çünkü “Müzemizin bilet gelirleri engelli çocuklarımız ile kız çocuklarımızın eğitimine aktarılmaktadır” yazıyordu. (Misal, Balmumu Müzesi.) İnsan bir şey der mi? Tam tersi, daha fazla ödemek ister.


Hep duyuyordum, okuyordum da bu kadar beklemiyordum. Medeniyet uzakta değil, Eskişehir’de. Medeniyet lüks evlerin, lüks arabaların, bol sıfırlı maaşların olduğu büyük şehirlerde değil, eğitim seviyesinin yüksek olduğu yerlerde. Şimdi bana “ay git çok meraklıysan korna sesi olmayan Amerika’da yaşa” diyenler, aynısını Eskişehir için söylesin. Fırsat bulursam gitmezsem eşeğim!


Ben lüks ev, son model araba, lüks mağaza değil, birbirine saygı duyan insanları görmek, onlarla bir arada yaşamak, kızımı da öyle bir yerde büyütmek istiyorum.