X

Dışarı ideal ve mükemmel bir resim veren insanı iki boyutlu bir varlık olmaya mahkûm eden hapishanenin parmaklıklarına şefkat balyozuyla girişmişti Brene Brown, çok oldu. Mükemmel olmamanın hediyelerini gösterdi bize, anlattı, hepimize ilham verdi. Farkında olsak da olmasak da her birimizi etkileyen -eh, zamanın ruhu- yükselen başka trendlerle de birlikte otantik olmak, gerçek olmak, hikayene sahip çıkmak ve kırılganlıklarını paylaşmak hit oldu.


Ve fakat işin dozu biraz kaçtı. Hayır en mahrem detayına kadar tüm hayatını, inişli çıkışlı maceralarını “flaş haber” ler gibi paylaşan blogger’ lardan bahsetmiyorum; çünkü aslında onların da devri dünyada geçti. Şimdilerde maneviyat dünyasında bir “gerçek olma” rüzgârı esiyor. İnsanlar spiritüel ortamlarda birbirini gerçek olmamakla suçluyor. (Koronadan çok önceydi buna en son rastlayışım.) Manevi alanlarda sıklıkla “kapanma hakkı” na değil, “Ben soyundum sen de soyun!” baskısına rastlanıyor. Kırılganlık felsefesi itibariyle dünyaya çok “gerek” bir akımdı. Biz her zaman olduğu gibi bir manası ve derinliği olan şeyi alıp elbirliğiyle insani kusurluluklarımızın sofrasına meze ettik. Bu sadece ülkemizde olmuyor, dünyada da çok benzer başlıklar konuşuluyor. Öyle ki, kırılganlığın öncüsü Brown ve farklı disiplinlerden uzmanlar artık bu paylaşma işinin nasıl ve kiminle’ si üzerine epey içerik üretir oldular.


Şimdi başlangıç zihniyle ve benimle birlikte bakmak isteyenler için elimizde güzel sorular var.


Biri şu: Instagram’da hayatıma dair en kırılgan detayları vermem beni daha otantik ya da gerçek biri yapar mı? Bu yazıda bu sorunun çevresinde dönsek de asıl amacım, her türlü ilişki ve bağlam için bir şey paylaşacağımız zaman elimizde bazı mercekler olması. Bu soruya, kendi zihnim ve mevcut anlayışıma göre bir cevabım var ve onu bilinçli şekilde uyguluyorum ancak herkese hazır cevaplarım yok. Ev yapımı cevaplar oluşturmak için gerekli bazı araçlar sunmayı istiyorum. Bu aynı zamanda bir “yalnız değiliz” yazısı; çünkü hepimiz deniyor, yanılıyor, deneyimlerden öğreniyor ve kendimize has dengemizi buluyoruz. Evrensel ve mutlak ve katı doğrular yerine bu biricik denge bulma işini çok önemsiyorum.


Otantik olmak nedir? Bana göre otantik olmak bu dünyaya asıl doğana ulaşmak için hangi formla geldiysen onu hakkıyla tam olarak olmaktır. Bunun için değerlerini bilmek ve onlara uygun yaşamak iyi bir başlangıç olur. Kendin olma cesareti, söylediklerinin yaşamında sahici bir karşılığı olması, neden bahsettiğinin hakiki olarak farkında olmak da insanı otantik kılar. Böyle insanlarla karşılaşınca hissederiz, der Psikiyatrist Erdoğan Çalak. “Onlardaki bebeksi, o sevgi olan özü hissederiz” der. Mükemmel değildir ama sahiden bir başkası gibi olma çabası yoktur. O çabasızlıktan kendi sesi işitilir, rengi görülür, kalabalıktan göz kırpar olmuştur. En sevdiğim ve seslendirdiğim o şiirdeki gibi, sesini geri almıştır. Otantik olmakta sevilebilir, beğenilebilir olmaya dair çabada ciddi bir gevşeme söz konusu yani.


Otantik ve gerçek oldukça doğruyu söylemeye, dürüst olmaya da başlamışızdır. Ancak bu erişebildiğimiz en karanlık ve derin gerçekleri tüm dünyayla avaz avaz paylaşmamız mı demektir?


Burada da devreye kırılganlık (vulnerability) ve gereğinden-fazla-paylaşmak (over sharing) giriyor. Aradaki farkı, konunun uzmanlarına göre büyük oranda paylaştıklarımızı neden paylaşmayı seçtiğimize dair niyetlerimiz ve paylaştığımız kişilerden bu paylaşım sonucu ne beklediğimiz yaratıyor.


Oversharing şu demek: Kişisel ya da hassas bilgilerimi duygusal destek ya da yakınlık ihtiyacı ile içinde bulunduğum ilişki, güven seviyesi ya da bağlam çerçevesinde uygunsuz şekilde paylaşıyorum. Bunu yaptığımda anlık olarak kendimi daha iyi hissedebilme ihtimali olsa da, eğer karşı taraftan beklediğim cevabı almıyorsam o halde kendimi incinmiş, canı yanmış, gerilmiş, sinirlenmiş, öfkeli, intikam isteyen, ya da bunların kombinasyonu bir halde bulabiliyorum.


Kırılganlık paylaşımı insanları daha bağlantıda hissettiriyor; oversharing ise aksini yapıyor. Oversharing küçük gruplarda, söz gelimi iki insan arasında olduğunda diğer kişiyi korkutup kaçırabiliyor; sosyal medyada ise çoğunlukla bu durum paylaşanın niyetinin tam tersi bir etkiyle “gerçek değil-plastik” etkisi yaratabiliyor ya da kişiye paylaşım sonrasında ızdırap çektirip onu sahici bir bağlantı hissinden koparıyor.


Daring Greatly kitabında (Kırılgan olma cesareti nasıl yaşadığımızı, sevdiğimizi, ebeveynlik ve liderlik ettiğimizi dönüştürür diyen) Brown şöyle diyor:


"Oversharing kırılganlık değildir. Ve gerçekte sıklıkla kopukluk, güvensizlik ve bağlantısızlıkla sonuçlanır." ve ekliyor: "Kırılgan olmakla kırılganlığı kullanmak aynı şey değildir. Hatta Kırılganlığı kullanmak, kırılganlığın tam tersidir; çünkü o da bir zırhtır."


Peki insanları oversharing yapmaya iten ne? Sesimi işitiyorsanız bir şeylere davranışsal boyutta tu-kaka demek yerine insanlara bunu yaptıran masum köklerle ilgili olduğumu çoktan biliyor olmalısınız. Büyümek için bize lazım olan bir çocuğun masumiyeti değildir. Günahı bilmenin, tatmanın ve ondan sonra saf olana tekrar dönmenin yetişkin masumiyetidir, diyerek aynı anda Erich Fromm ve Alan Watts’ a selam ederek devam ediyorum.


Psikoterapist Amy Morin'e göre -bazen bilerek ve isteyerek, bazen tamamen bilinçsizce- otantik, gerçek ve kırılgan olmakla oversharing'i karıştırmanın belli başlı sebepleri şunlar:





Altta yatan bir motivasyon ile (gerçek olacağım, "ben de sizden biriyim" ya da yukarıdakilerden herhangi biri) bu manipülatif olmaya ve karşı taraf için rahatsız edici olmaya başlayabiliyor. Bunu sosyal medyada yapmadıysak dahi ikili ilişkilerimizde çoğumuz yaptık, tıpkı Brown gibi, tıpkı “Ben de oversharing yaptım.” diyen Amy Morin gibi. Ben de yaptım, bugün görüyorum. “Şair olmayana şiirimi gösterme” yi kim demiş tam bilmiyorum, ama şair olmayanlara şiirimi verdiğimde neler olduğunu iyi biliyorum.


Sadece kırılgansak, kırılganız ve otantiğiz. “Aman kırılgan ya da otantik olmaya çalışayım”, dersek orda yeni bir persona yaratıyoruz. Halbuki otantik olmanın yolu, dışarı havalı-gerçek ya da spiritüel olarak gelişmiş görünen personalardan değil, bu personalardan arınmaktan ve kendini onlar sanmamaktan geçiyor.


Kalpten hissedilen derin yakınlıklar otantik insanlar arasında mümkün ve böyle tek bir ilişkide kırılganlığı olduğu şekliyle süslemeden, üzerine eklemeden paylaşmak binlerce tanımadığımız insanla -haliyle biraz sansürlü ya da değil- yapmaktan daha iyileştirici olabilir. Üzerinden zaman ve sağlam bir iç çalışma geçmiş acılardan ise neler yarattığımızı paylaşmamız Acı’ dan yolu geçen herkese ilham, cesaret ve güç verebiliyor. Acıdan ne sızdığı burda kıymetli bence, acımdan yaratıcılık da saçılıyor olabilir, acımdan karmakarışık bir zihin, ümitsizlik de.


Peki kırılganlığa tutunmaktan ve oversharing' den nasıl korunabiliriz? Brown, Morin ve şefkat eğitim içeriklerimden hepimiz için faydalı soruları toparladım. Bu sorular etrafa kırılganlık savurmakta olan kişiler için. Ancak oversharing’ in alıcısı durumundayken ortaya çıkabilen “Şu anda ben de kırılgan bir şey paylaşmalıyım ki diğer kişi rahatsız hissetmesin” dürtüsünü etkisiz hala getirmek için de yararlı. (diyor Morin.)


Brene şunları sormamızı öneriyor:








Morin şunları ekliyor:



Ben de şunlarla bitiriyorum: