X

“Sevgili oğlum,


8. sınıfta TEOG sınavına girmen isteniyor. Yalnızca TEOG değil, eğitim serüveninde üniversiteye giriş, dahil tüm merkezi sınavlardan senden mutlaka en yüksek puanı alman ve mutlaka kazanman istenecek. Senin ve benim dışımda. En iyi okullara gidebilmek için ki, en iyisi olma kriteri ise kime göre, neye göre değişiyor hiç anlam veremesem de…


Oysa ben, yalnızca ‘akademik’ eksenli başarıyı ölçen sınavların hiçbiriyle ilgilenmiyorum. Bence yaşamın içinde geçmemiz gereken başka sınavlar var.


Hatırladın mı, geçen akşam sohbet ederken yaşadığın bir deneyimini anlatmıştın. “Biliyor musun anne, geçen yıldı, okulun bahçesinde dolaşırken benim bir haftalık harçlığımın karşılığı para buldum. Hemen öğretmenime teslim ettim, dürüst davrandığın için seninle gurur duyduk dediler.”


İşte budur; kıymetlim, balböceğim, canımın parçası oğlum. İşte budur. Bence sen en önemli sınavdan en yüksek puanı aldın dedim. Teşekkür ederim. Çünkü sana ait olmayan, hak etmediğin bir paranın, emeğin sana ASLA iyilik getirmeyeceğini öğrenmişsin. Üstelik ilk defa tanıştığın vicdanın sesine kulak vermişsin


Canım oğlum; seninle ilgili tek beklentim; mutlu olmak için her zaman ‘kazanmak zorundasın’ yanılsamasına düşme. Egolarının öğretmeni, vicdanının öğrencisi ol her zaman…”

-Annen


**

Bence hayattaki en önemli sınavlardan biri, matematik, fizik, kimya sınavından geçmek değil vicdan sınavından da geçebilmektir. Vicdanı terbiye edebilmektir. Oysa yalnızca bizde ve dünyanın birçok ülkesinde, yalnızca sınıf, okul, ülke ortalamalarında derece almayı hedefleyen ‘başarı’ endeksli çocuklar yetiştiriliyor. Tam da hedeflendiği gibi o çocuklar çok da başarılı oluyor. Mühendis, doktor, öğretmen, bilim adamı, hakim, savcı, öğretmen, gazeteci v.s oluyor. Başarılı da olmalılar elbette. Ancak…


Peki ya onların içinde, ‘değerler eğitimi’ almadan büyüyenler, ‘vicdanla’ hiç tanışmadan büyüyen çocuklar?


Hatırlayalım; Nazi kamplarında suç işleyen binlerce çocuğu bilimsel deneylerde kullanarak öldüren bir doktor, onları ölüme götüren bombaları tasarlayan mühendisler, belki de sınıfının en parlak, okulunu birinciyle bitiren öğrencilerdi. Srebrenitsa’da çocuk, kadın demeden acımasızca tetiğe basan kişi, belki de fizik dersinde en yüksek not alan bir öğrenciydi.


Ortadoğu’da bebeklerin, çocukların katliamına karar verenler yönetenler kim bilir üniversitede siyasal bilimleri birincilikle bitiren öğrencisiydi. Çocukları ölüme götüren bombaları yağdıran pilot belki de bir matematik dâhisiydi. Görevini kötüye kullanarak rüşvet alan eğitmen belki de okulunu birincilikle bitirmiş, TEOG, üniversiteye giriş sınavlarında en yüksek puanı almıştı.


**

Kısacası diyorum ki; tüm merkezi sınavları rafa kaldıralım, elbette ‘hiç’ değil, ancak ‘yalnızca’ başarı, akademik endeksli eğitim anlaşışını revize edelim. Onlara önce ‘empatiyi’ öğretelim, sonra onları doğruya götüren en güçlü sesle ‘vicdanla’ tanıştıralım.


Bizi yaradana yaklaştıran, tüm dinlerde, felsefi öğretilerde kabul gören bu kavramla tanıştırırken onları korkutmayalım. Çocuk ruhbiliminin öncülerinden İsviçreli çocuk psikoloğu Hans Zulliger’ın da ifade ettiği gibi, onları eğitirken ceza vererek, suçun kefaretini ödediğini düşündürtmeyelim. Hatasıyla yüzleşeme fırsatı vererek ' iç disiplinlerin' geliştirmesine de fırsat verelim.


Sonra, ‘eğitim’ sarmalında onlara ‘değerler’ eğitimi verelim. Onlara, vicdanlı yani dürüst, merhametli, dili, dini, ırkı, söylemi ne olursa olsun ötekileştirmeyen, yaradanın yarattığı her şeyi sevmeyi öğretelim. Unutmayalım; insanlığın yalnızca ve yalnıza ‘başarılı’ değil, ‘vicdanlı’ öğrencilere, bilim adamlarına, doktor, mühendis, esnaf, mimar, avukat, hakim, savcıya, öğretmene ihtiyaç var...


Sözün özü; hırslarımızın, egolarımızın öğretmeni, vicdanımızın ise öğrencisi olmalıyız her zaman. Çünkü vicdan adaletin vekilidir ve Balzac’ın da ifade ettiği gibi: “Vicdanımız yanılmaz bir yargıçtır, biz onu öldürmedikçe.”