X

O yazı hiç unutmam… 10 yaşında olmamızın vermiş olduğu bir hareketlilik, bir çocukluk vardı üstümüzde. Aynı zamanda da ergenlikten önceki bir saç baş özeni ufak ufak gelmeye başlamıştı. Hem çocuk tarafımız hem de genç kızlara olan özenimiz vardı. En yakın arkadaşımla birlikte Büyükada’da yüzmeye başlamıştık. Çok fazla arkadaş canlısı olduğum söylenemezdi. Bana o yetiyordu. O ise hafif hafif yeni insanları tanımak ve yeni çevrelere girmek istiyordu. Büyük kuzeninden yeni müzikler, yeni danslar öğreniyordu. Tam ortada olduğumuz bir dönemdi, karanlık öncesi, hafif karışıktık… Yazın sonlarına doğru yüzmeye gitmek, yüzmek ve hatta yokuşlardan çıkmak beni çok yormaya başlamıştı. Nefes nefese kalıp canım başka hiçbir şey yapmak istemez oldu. Çocuk kafamla artık İstanbul’daki evimize dönmek istediğimi hatırlıyorum.



Birşey yapmak istemeyen halim, yerini halsizliğe bıraktı. Hafif hafif ateşim çıkıyordu ama bir gün sonra düşüyordu. Çocuk doktorum arada bir antibiyotik veriyordu. Evde dinleniyor, sonra sıkılıyor, birkaç günde bir yüzmeye gidiyor, performansımın gittikçe düştüğünü görüyordum. Çok üzülüyordum ama en yakın arkadaşım yanımda balık gibi yüzerken nefes nefese kalmayı yediremiyordum. Yorulunca karnıma giren ağrıyı yüzme öğretmenim fark etti. Beni havuzdan çıkartıp çocuk doktorumdan daha detaylı bir muayene etti. O lafları kulağımda: ‘annene seni hemen bir onkoloğa götürmesini söyle!



Bir kulağımdan girdi , ötekinden çıktı. Bir daha yüzmeye gitmedim. Okul başladı.


Ateşim artık ne verirlerse versinler düşmüyordu. Okula iki gün gidiyor üç gün gidemiyordum. O yıla kadar okulda başarılı bir öğrenci olmam çöpe gitmişti.


Başka bir doktora gittik. Hatta bütün gün koca makinelere girip çıktım. Artık sıkılmıştım. Okulda başarılı bir öğrenci olmak yerine, düşürmeyi beceremedikleri bir ateşle halsiz bir çocuk olmaktan yorulmuştum. Tam da çocuk hissetmemeye başladığım o dönemde, en yakın arkadaşım bile kendine yeni arkadaşlar edinmeye başlamıştı. “Haksızlık!” diye bağırasım vardı...



Ertesi gün kapı çaldı ve annem elinde dosyalarla yıkılmış bir halde eve girdi. Ben açıklama istiyordum ama o ağlayıp çaresizlik içinde telefon açıyordu. Bana tek kelime etmeden odasına girdi. Elindeki herşeyi fırlatıyor, etrafa bir şeyler söylüyor, gözlükleri buğulu, bir çare arıyordu.


Kötü bir şey olduğu çok barizdi. Okula uzun zaman gidemeyeceğimi o anda anladım. Kendime üzülüyordum. Geride kalacağım, büyüyemeyeceğim, ortaokula gidemeyeceğim diye yıkıldım…



Sonraki bir sene sıkı bir tedaviyle içimde ne varsa attım. Şanslıydım…


Şu anda geriye bakınca, o ve ondan sonraki tedavi döneminde nasıl da güzel büyüdüğümü düşünür dururum… Kendime üzüldüğüm dönem çok geride kaldı, anne olduğumdan beri geriye bakıp annemi seyrediyor ve onun böyle bir dönemde nasıl da güçlü durabildiğine bakıyorum. Dört tekerlekli bir arabada arka tekerleğin patlamasının arabayı yoldan çıkartması gibi, biz de yaşadığımız rutin hayattaki yolumuzdan çıkıp çok değişik bir rotada yaşadık. Hepimiz direncimizin, duygularımızın, yaşımızın verdiği boyutta testten geçtik.


Şimdi bana gelip nasıl böyle pozitif kalabildiğimi, neden karşıma çıkan güçlükleri insancıl yoldan halletmekle uğraştığımı, ağzımda sürekli bir ‘sağlık olsun’ kabullenmesini taşıdığımı soruyorlar…

Bense tebessümle şansımı hatırlıyorum...