X

Merhaba Yeşim Hanım,


İnternete "babası ölen birine nasıl destek olunur?" diye yazdığımda karşıma sizin yazınız çıktı, bu yüzden size danışmak ve bir şey sormak istedim. Nişanlım Temmuz ayında babasını kaybetti ve tam 4 ay oldu. İlk başlarda çok duygusaldı, ağladı. İlk 20 gün full yan yanaydık, ona destek oldum. Zorla dışarı çıkardığım da oldu. Yani demem o ki elimden geleni yapmaya çalıştım ve hala yapmaya çalışıyorum. Allah gecinden versin çok zor bir durum gerçekten. Seneye nasipse düğünümüz var, babası öldükten 2 ay sonra düğün konuları başladı, bir erkek olarak bütün sorumluluk, yük onun üzerine kaldığı için işin içinden çıkamamaya başladı. Dolayısıyla tartışmalarımız başladı. Siniri, öfkesi çok artmaya başladı. Dişlerini sıkmaya, öfkelenmeye, bağırmaya başladı. Sorun ister küçük ister büyük olsun, bu şekilde davranır oldu. İnsan düğün sürecinde stres yaşar, sorun yaşar ama bizimki çok farklı bir şeye dönüştü. Ona ne desem hep üzerine gittiğimi, çok konuştuğumu, çok soru sorduğumu söyleyip oflamaya başladı. Babası öldükten sonra çok farklı birine dönüşmeye başladı. O romantik, duygusal kişinin içinden bir öfke çıktı ki anlatamam bu öfkeyi... Destek almasını söyledim, psikiyatriye gitti ama ilaçların çok etki ettiğini düşünmüyorum.


Bir de bunun dışında, düğünümüz için iş yeri dolayısıyla Hollanda’ya gidecek 6 ay. Orada ne halde olur bilmiyorum. Ben ne düğün hevesimi yaşayabiliyorum ne de ilişkimi. Nasıl davranacağımı artık bilmiyorum, çok üzülüyorum, kırılıyorum. İnsan yeri geldiği zaman ilgi bekliyor, bir şeyler duymak istiyor. İnanın düğün salonu tutmaya giderken bile ağladım. Son 2 aydır yaşadığım üzüntünün haddi hesabı yok. Sanki babasının acısını her şeyden çıkarmak ister gibi bir öfke var. 4 gün hiç konuşmadım, kendine gelsin, akıllansın diye. "Sevgiye açım" diyor ama öfkesi ve sinirinden ben ona sevgimi nasıl gösterebilirim, bir insan sinirliyken, üzgünken, kırgınken nasıl adapte olabilir ki sevgi sözcüklerine? Yakın bir zamanda ben de gideceğim psikiyatriye. Sinirsel olarak titremelerim ve çarpıntım başladı.


Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilmiyorum. Belki benim de suçum var, üzerine gidiyorum farkında olmadan. Sizce ne yapmam gerekiyor?



Yeşim Tijen'in cevabı:


Merhaba sevgili okurlar,


"Yağsam mı, yağmasam mı?" diye durup düşünen İstanbul'dan sizlere merhabalar. Büyüklerimiz "erkekler evden çıkıp üç beş adım attıktan sonra evlerini unuturlar" derlerdi. Sonra yıllar yıllar geçince bu sözlerin biraz hakikatle örtüştüğünü gördüm.


Peki ya ölümde? Orada durum nasıldı? Orada da durum pek farklı değil, ölüm acısı için fazla dirayetliler. Bir yerde ölüm varsa en metanetli olan hatta ağlamayan taraf, sizin de bildiğiniz, gördüğünüz gibi erkek oluyor. Burada biraz "erkekler ağlamaz" baskısının olduğunu da söylememiz lazım, adamları bu söz resmen baskılamış. Acı çekmiyorlar mı? Çekiyorlar ama yaşadıkları ölüm acısını onlar kadınlara göre daha kolay aşıyorlar. Sonra sanki hayat kaldığı yerden onlar için devam ediyor. Çok mu kuvvetliler? Ya da daha mı çabuk acıyı bünyelerinde alt edebiliyorlar, ne dersiniz ? Bence ikincisi. Acıyı kadına göre daha kolay alt edip hayata daha çabuk karışıp yaşamlarına devam edebiliyorlar. Kadınlar kadar duygusal değiller. İstisnalar kaideyi bozmaz derler. Sizin nişanlınız o istisnalardan olmalı tabi bir de 4 ay öyle uzun bir zaman değil, ölen de uzak bir akraba değil. Babası. Kim bilir ilişkileri nasıl güzeldi, belki de ne çok eksiklikler vardı. İşte bunlar hep bu acıda gizli.



“Ne mi istiyorum? Acı çekmemek. Yaşamak...” demiş Tolystoy. Tabi o da biliyordu acı çekmeden yaşamanın mümkün olmadığını ama insan bilmesine rağmen istemekten asla vazgeçmiyor. Siz de bir an önce eski nişanlınıza kavuşmayı diliyorsunuz ama öyle şıp diye insan kendine tekrar dönüşemiyor. Geride halletmesi gereken ne varsa onları halletmesi, kendi içinde değişime müsait hale gelmesi hep bir zaman istiyor. Ölen kişiden geriye kalanlar, sıkıntılar, keşkeler olabiliyor.


Kıssadan hisse; Eğer bir erkek unutmakta, acıyı alt etmekte zorlanıyorsa, babadan geriye kalan sıkıntıların yükü ya da geride kalan, iyileştiremediği eksiklikler vardır. Ona zaman vermelisiniz. Şefkatinizle, sabrınızla, umudunuzla bu birlikteliği taşımaya çalışmalısınız. “Böyle sevgi kıvılcımlarının görüldüğü anlar, birbirlerine yabancılaşmanın oluşturduğu nefret okyanusunda sığındıkları küçük adacıklardı.” Bu da Tolystoy'dan güzel söylemiş. O yaşadığınız güzel anlar bugünleri taşımanıza, sabretmenize kuvvet olacak. Siz de hemen böyle kendinizi kötü hissetmeyeceksiniz. Daha bu kadarcık üzüntüde, ilgisizlikte ki adam babasını kaybetmiş -herkesin acıyı yaşayışı farklıdır- siz hemen paniklediniz. Biraz dişinizi sıkın, evliliğinizi nişanlınızın daha iyileşeceği zamana doğru öteleyin. Beraberce bu güzel koşuşturmaları yaşayabilin ve lütfen siz de bir psikoloğa gözükün. Onlar boşa eğitim almıyorlar, bu zor günler içindirler.


Size şimdiden evlilik telaşlarına girmemenizi, ruhu yaralı ve psikolojik olarak yıkılmış bir adamın kendini onarmasını beklemenizi öneririm, yoksa evlendikten sonra bu durumu onun yüzüne yüzüne vuracaksınız, çünkü bunlar kadınlar için özel zamanlar. İyisi mi, evliliği sizler birbirinizle yeniden mutlu olana dek bekletin derim yavrum. Şimdi mutsuz, huzursuz mu evlenmek istersiniz, yoksa evliliğe beraberce mutlulukla, el ele mi yürümek istersiniz? Sanırım karar vermeniz gereken bu.


Sevgiler sevgili okurlarıma...