X

Aranızda aşçı olmayı hayal edeniniz var mı? Alayım onları şöyle bir kenara. Anlatacaklarım var zira. Sert konuşacağım ama. Öyle darılmaca, gücenmece yok! Ben televizyonlarda şıkır şıkır giyinmiş, sizi özendirmek için en sevimli mutfaklardan birinin içine kurulmuş o jantî şeflerden değilim. O yüzden acımasız olacağım. Sağ omuzdaki melekler yeteri kadar konuşuyor; arada sol omuzdaki şeytana da kulak vermek gerek.


Yemek yapmayı seviyorsunuz demek… Domatesler, biberler, limonlar,rengârenk ne kadar da güzeller değil mi? Şöyle dizip tezgaha her birini, doğra, karıştır, arada tadına bak falan ne güzeldir; kendimizi kaybedip, tüm stresimizi attığımız, mükemmel bir meditasyon aracıdır yemek yapmak, değil mi? Şimdi tüm bu harika güzellemeler bittiyse, artık ev mutfağınızdan dışarı alabilir miyim biraz sizi?


Dışarıda 80-100 kişilik masalar. Bir öğle tatili. Az sonra “duydunuz zilin sesini” babında sessiz bir gong çalacak ve iş yerlerinden öğle yemeklerini yemek üzere insanlar dolacaklar o masalara. Eğer birazdan yazacaklarımı daha evvelden yaşamış bir aşçıysanız, aynı anda acıkan insanlara, aynı anda öğle tatili yaptıran sistemin çarklarına çoktan güzel laflar etmeye başlamışınızdır. Biliyorsunuzdur çünkü başınıza gelecekleri.


Bir anda yığılmaya başlar sipariş fişleri. Sadece on dakika içinde mutfak tam bir savaş alanı. Daracık alanlarda birbirine omuz atan aşçılar mı istersin, cayır cayır yanan sanayi tipi ocaklar ve her bir gözü dolu fırınla saunaya dönmüş bir mutfak mı? Sürekli birbirine bağıran çağıran, “Bu bonfilenin salatası nerde? Makarnanın sosu sulu olmuş? Pizzalar yandı, aleve doğru atma demedim mi sana?” diye uçuşan cümleler ve türevlerinden varsın bahsetmeyelim. Arada olur da servis tabaklarından birkaçının, tezgâhların üstünden uçtuğunu falan görürseniz, sakın şaşırmayın. Burası mutfak! Önünde yirmi tane sipariş fişi sıkışmış, ocaklarında bir tane ek tavaya yer olmayan, her yanından ter akan ve şeften durmadan siparişleri yetiştirmesi için azar işiten bir aşçı, servis tabağını kibarca uzatacak değil ya, elbet uçuracak!Ama siz usul usul, tadına vara vara yemek yapmayı seviyordunuz değil mi, pardon! Acı gerçeğe hazır mısınız? Pis olmak bile kabul edilir de çoğu mutfakta, yavaş olmak ASLA kabul edilmez.


Bunlar işin sadece servis tarafı. Bir de temizlik tarafı var. “Bir aşçının temizlikle işi ne?” dediğinizi duyar gibiyim. Bir restorantta aşçılığın sadece yüzde otuzunun yemek yapmaktan ibaret olduğunu söylesem size… Geri kalanı hamallıktan, temizlikçilikten, şeften “gözünün üzerinde kaşın var” diye azar işiten üvey evlat olmaktan, çöpçülükten, bulaşıkçılıktan falan oluşuyor. Kendi evinizde birkaç ayda bir temizlediğiniz aspiratörlerinizin en kirli halini bile, bir büyük temizlik akşamı restorant aspiratörünü temizlemek zorunda kaldığınızda gördükleriniz yüzünden bal döküp yalayabilirsiniz.


Hala aşçı olmak istediğinizden emin misiniz?


Benim neden aşçı olduğumu mu soruyorsunuz? Delilikten!


(Şimdi siz bunları benim anlattığımı sanıyorsunuz ya, aşçılık eğitimi almak üzere üç yıl önce gittiğim kurumdaki şefin dedikleriydi bunlar. Ben, o dalga geçilen “Ama ben yemek yapmayı çok seviyorum”cu taraf… Sonunda yine de aşçı oldum mu? Oldum! Eh, benim de pek akıllı olduğum söylenemez!)