Kaygı bozukluğu yaşayan annelerin bilmenizi istediği 10 şey
Sosyal kaygı yaşayan her annenin bilmenizi istediği şeyler var!
Kaygı bozuklukları, toplumumuzda oldukça yaygın; ancak yakın zamana dek, görmezlikten geliniyor ya da bir kenara itiliyorlardı. İnsanlar, “fazla hassas” ya da “paranoyak” olarak görülüyorlardı; ancak kaygı, geçerli bir zihin sağlığı sorunu değildi. Gerçekte genel kaygı ve sosyal kaygı o kadar yaygın ki muhtemelen her gün bu sorunlarla yaşayan birkaç insan tanıyorsunuz. Emin olun ki bu insanların ve sosyal kaygı yaşayan her annenin bilmenizi istedikleri şeyler var.
Gerçekten istemedik. En az üç kez ertelemeye çalıştık, ama gerçekten gelmek istedik; bu yüzden gelmedik. Bir dakika, çok mu mantıksız oldu? Dünyamıza hoş geldiniz! Kaygılarımız ile sosyal etkileşim ihtiyaçlarımız arasında daimi bir mücadele var. Sosyal bir kelebek olmamız gerekmiyor; ama ara sıra biraz yetişkin sohbeti, faydalı bir şey.
Açıklaması zor; ancak buraya gelirken benliğimizin her zerresi ile korktuysak da eğer bizi davet etmemiş olsaydın, darılırdık muhtemelen. Sosyal bir ortamda etkileşime geçmeyi zor buluyor olmamız, dâhil olmak istemediğimiz anlamına gelmiyor.
Başınıza gelmiştir belki: Birisi, size ‘Merhaba’ diye seslenir ve siz de ‘Sağol!’ gibi tamamen saçma bir karşılık verir, aptal durumuna düşersiniz. İşte biz, her konuşmada bu şekilde hissediyoruz. Sürekli, yanlış yerde yanlış şeyleri söylediğimiz, mantıksız konuştuğumuz, berbat espriler yaptığımız ya da sıkıcı olduğumuz düşünceleri ile ürperiyoruz. Yalnızca konuşmak hakkında düşünmek bile yorucu.
Bir partiden, oyun grubundan, toplu tatilden vs döndüğümüzde, biraz gözyaşı akıtma olasılığımız çok yüksek. Güvenli bir bölgeye geri çekildiğimiz anda, bütün stresimiz boşalır ve ağlamaya başlarız. Ya da kendimizi rezil ettiğimizi düşündüğümüz için ağlarız. İkisinden biri. Her zamanki şeyler.
Dünyanın en nazik, en kibar insanı olabilirsin; ama sosyal kaygılarımız, bizi kötü bir şekilde yargıladığın konusunda ikna olmamız için yeterli. Saçlarımız, kıyafetlerimiz, şivemiz, kelime seçimlerimiz, hikâyelerimiz, esprilerimiz; yargın konusundaki algılarımızdan hiçbir şey kaçamaz. En kötüsünü düşündüğünü farz etmek, bizim işimiz.
Yanından ayrıldığımız an, tüm bu buluşmayı, beynimizde tekrarlamaya başlayacak, parçalarına ayıracak ve “keşke şunu şöyle yapsaydım” diyebileceğimiz her örneği özellikle vurgulayacağız. Her şey, mikroskop altında incelenecek; banyonun nerede olduğunu sorduğumuzda kabalık yapıp yapmadığımız gibi önemsiz meselelerden, sohbetin tüm ayrıntılarına ve söylediklerimizin ilgini çekip çekmediğine kadar.
Gevşeyemiyoruz. Yalnızca yapamıyoruz. Sosyal bir ortamda rahatlamak, bir ceylana, yanında aslan varken sakinleşmesini söylemek gibi bir şey. Olmuyor. Savaş ya da kaç durumundayız; elimizden bir şey gelmiyor. Kalp atışlarımız hızlanıyor, avuçlarımız terliyor, göz bebeklerimiz büyüyor.
Burnumda sümük var mı? Benim hakkımda mı konuşuyorlar? Arabam çalışacak mı? Çok mu içtim? Her türlü kötü senaryoyu zaten düşünmüş olduğumuz için, önden endişelenmeye başlıyoruz.
Elbette, bir mekâna ilk kez girmek, senin için önemli bir mesele değil; ama bizim ödümüzü patlatıyor. Tanımadığımız insanlara merhaba demek mi? Dehşet verici. Günlük hayatın zararsız, önemsiz görünen kısımları bile, anlayamadığınızı bildiğimiz stres kaynakları bizim için. Ama emin olun ki basit şeyler, her zaman basit değiller.