Orta ikideyim. Kâkül kesmek istiyorum. Annem izin vermiyor. Aynı gerekçeden: Daha genç kız olmadın! Alnım geniş geliyor aynada, kapatmak istiyorum. Yoksa başka bir niyetim yok. Her gün biraz kessem ne olur? Bence anlaşılmaz. Ben kesiyorum, ablam makasla düzeltiyor. Sonra bir gün masada yemek yerken annem soruyor. “Sen kâkül mü yaptın?” “Yooo” diyorum. “Kesmişsin” diye ısrar edince önüme bakıyorum. Bir fotoğrafım var okulun bahçesinde çekilmiş, kâkülüm yarısı dökülmüş perde saçağına benziyor. Olsun, ben çok mutluydum kâkülüm var diye.
Lise birdeyim. Kızlardan birinin doğum günü. Bütün sınıf davetli. Otuz sekiz kişi. Annem “Olmaz” diyor. “Harçlıklarımı biriktirmiştim, küçük bir hediye alabilirim” diyorum. Mesele masraf çıkarmam değil. Oraya gitmemi istemiyor, evden çıkmamı istemiyor, gözünün önünde durmamı istiyor. Şimdi kalkıp minibüse bineceğim, tanımadığı birinin evine gideceğim, sınıfın hepsi kız ama olsun, belki orospu ruhlular vardır aralarında! Yollarda, oralarda aklımı çelerler. Pazartesi oluyor, ne eğlendiklerini anlatıyorlar, ben de dinliyorum. Her şeyin, herkesin dışında kaldığımı hissederek.
Bak şimdi daha geriye gittim. İlkokul dörtteyim. Yine dördüncü sınıf, tesadüf mü! Arka apartmanda oturan arkadaşım, öğleden sonra ders çalışmaya çağırıyor. Sınıftan bir kız daha gelecek. “Anne Deryalara gideyim mi? Ödev yapıcaz. Çiğdem de gelecek.” Annem kestirip atıyor. “Yok, gitme. Sen evde tek başına yaparsın ödevlerini.” Ne zaman bir yere gitmek istesem, bir an aklından bir şeyler geçiyor, suratı bir tuhaf oluyor. Birkaç saniye sürüyor reddetmesi.
Aynı yıl, okulun basket takımına seçiliyorum. Yine göndermiyor. Gerekçesi hazır. “Derslerinden geri kalırsın.” Haftada iki gün okuldan sonra Üsküdar Burhan Felek Spor Salonu’na gitme zorunluluğunu bahane ediyor. Bir hevesim daha kursağımda, odaya ders çalışmaya geçiyorum. İlerleyen günlerde sınıfın penceresinden, bahçedeki sahada basket oynayanları seyrediyorum, Burhan Felek’te nasıl antrenman yapmışlar, nasıl eğlenmişler onları dinliyorum.
Sadece arkadaşlarımla bir araya gelmeme değil, herhangi bir yere tek başıma gitmeme karşı. Meselâ yine lisedeyim, kütüphaneye gitmek istiyorum. Araştırıyor. “Ansiklopedi yetmiyor mu?” Birinci kattaki komşunun Meydan Larousse’ü var, ne zaman ödev yapmam gerekse onlara gidiyorum. Fakat ansiklopedi takımlarında S harfi eksik. Benim de Sasanilerle ilgili bilgilere ihtiyacım var. Anlatıyorum, annem anlamak istemiyor.
“Kütüphane nerede?”
“Erenköy’de, okulun orada.”
“Hangi durakta ineceksin?”
“Lise sokak.”
“İndikten sonra ne kadar yürüyeceksin?”
“On beş dakika.”
“Ne kadar kalacaksın?”
“İki-üç saat. Gitmişken ders çalışırım biraz.”
“Başka kimse gelecek mi?”
“Gelmeyecek.”
“Eve kaçta döneceksin?”
Offff!
İstediğim bir avuç özgürlük, ver gitsin be!
Sorgu bittikten sonra gidip kütüphanede gönlümce bir gün geçiriyorum. Kimseye âşık olmadan, kimseyle sokaklarda öpüşmeden, aklımı kimseye çeldirmeden, o kafasından başka neler geçiriyorsa hiçbirini yapmadan, kendime yaptırmadan eve dönüyorum.
Engellenmek, sınırlanmak, duygularının senden önce biri tarafından bastırılması, senin ne istediğinin bir öneminin olmaması, önüne sürekli kurallar dikilmesi ama hiçbirinin bir tanecik makul açıklamasının bulunmaması, senin kendini hayatta bir türlü ifade edememene sebep oluyor. Bu da her an patlamaya hazır bomba gibi yaşamanın nedenini açıklıyor.
Hayır, annemden nefret etmiyorum. Zannederim büyük ölçüde onu anladım ve bağışladım da. Bana ihtiyacı olursa gerekeni, üzerime düşeni yaparım. Gelgelelim vermediği sevgiyi, şefkati benden alması mümkün değil. Hayatın kuralı bu, ne veriyorsak onu alıyoruz, vermediğimizi de alamıyoruz.
Kaç sayfa oldu, hâlâ annemden bahsediyorum. Normal. Bir kadın hatıralarını yazmaya koyulduysa sahneye herkesten önce annesi çıkar. Diğerleri sonradan dahil olur. Ne zaman? Bilmiyorum. Sadece yazıyorum.
5. bölüm 28 Ocak 2019 Salı www.hthayat.haberturk.com’da...
Önceki bölümler...
YORUMLAR