Dünyanın her yerinde, haberlerde doğa felaketleri ve travma yaşamış bölgelerle ilgili raporlar dolup taşıyor. Doğrudan etkilenmesek bile bir felaketi öğrenince, etkilenen bir bölgedeki bir arkadaşımıza ulaşınca ya da her şeyini kaybetmiş bir başkası hakkında, uzakta bile olsa, bir şey duyunca korkumuz tetikleniyor. Gezegenin geçirdiği değişime nasıl dayanacağımızı merak ediyoruz; bu gezegen artık tehlikeli, hatta zaman zaman şiddet dolu hissettiriyor. İklim değişikliğinin yaşandığı bir dünyada var olmak, biz insanların kabullenmekte zorlandığı bir gerçekle, varoluşsal savunmasızlığımızla, bizi düzenli olarak yüzleştiriyor.
Ekolojik kaygının psikolojisi
Amerikan Psikoloji Derneği’ne (APA) göre eko-kaygı, iklim değişikliğinin gezegenimiz, güvenliğimiz ve gelecek nesillerin iyiliği üzerindeki yıkıcı etkilerine dair sürekli bir korkudur. Bu kaygının, Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’nda resmi bir tanı olmasa da giderek yaygınlaştığı inkâr edilemez. APA’nın 2020 yılında yaptığı bir ankete göre, yetişkinlerin üçte ikisinden fazlası (%68) en azından bir miktar “eko-kaygı” yaşadığını belirtirken, genç yetişkinlerin neredeyse yarısı bu kaygının onları her gün etkilediğini ifade etmiştir. Bu nedenle, birçok terapist artık bir danışanın dünyayla ve iklim değişikliğiyle olan ilişkisini değerlendirme sürecine dâhil edilmektedir.
İklim kaygısı; aşırı endişe, umutsuzluk, ilgisizlik, karar yorgunluğu veya öfke patlamaları gibi çeşitli şekillerde kendini gösterebilir. Duygular hızla değişebilir ve bu durum eko-kaygının karmaşık ve bunaltıcı doğasını yansıtır. İklim olaylarına karşı korku duymak ve yas tutmak normaldir. Bu trajik kayıplar, gerçekliğimizi değiştirir. Değişen bir iklime uyum sağlamaya çalışmak, stresi yönetmek ve bilinmezlikte huzur bulmak neredeyse imkânsız bir görev gibi gelebilir. Sürekli değişen stres kaynakları ve çelişkili bilgilerle karşı karşıya kaldıkça, stresimizi düzenleyen fizyolojik sistem olan allostaz giderek zorlanır. Arkadaşlarımız, ailemiz, soluduğumuz hava ve her şeyin belirsizliği hakkında endişelenmek, kontrolden çıkmak için yeterlidir. Ancak eğer bu korku girdabında takılı kalırsak, ne kendimize ne de başkalarına yardımcı olabiliriz. Bu durum bize huzur getirmez ve kesinlikle ihtiyaç duyduğumuz değişimi de yaratmaz.
Peki, dengeyi nasıl buluruz ve bizi umutsuzluğa sürüklemek yerine anlam ve umut getiren bir şekilde nasıl harekete geçeriz? İşte sizi yere sağlam bastıracak, yakınlarınızla bağlantı kurmanıza, sevgi ve neşeyi kucaklamanıza ve fark yaratmanın yollarını bulmanıza yardımcı olacak dört adım.
İlginizi çekebilir: Eko-anksiyete veya solastalji ile nasıl başa çıkılır?
Merkezinizi bulmak, sezgilerinize güvenmek ve kalpten düşünceli kararlar almak için önce kendimizi topraklamalıyız. “Topraklanmak” kelimesi yerden (ground) gelir ve duygusal dengeyi, istikrarı ve güçlü bir temeli simgeler. Bunu yapmanın bir yolu, doğada vakit geçirmektir; bu, stres hormonumuz olan kortizol seviyelerini düşürmenin kanıtlanmış bir yoludur. Sizin için mevcut olan kaynaklardan faydalanın. Telefonunuzu bir kenara koyun ve dışarıda durun, ayaklarınızı çimlere basın, arka bahçenizdeki limon ağacına ya da balkondaki saksı bitkisine bakın, kuşların birbirine seslendiğini dinleyin.
Düzenli olarak nefesinize odaklanın. Yavaşça derin birkaç nefes alın ya da kutu nefesi deneyin: dört saniye nefes alın, dört saniye nefesi tutun, dört saniye nefes verin ve dört saniye nefesi tutun, bunu birkaç kez tekrarlayın. Yavaş, ritmik nefesler, vücudumuza tehlikede olmadığımızı bildirir.
Geleceğin korkusuyla yaşamaya karşı antidotlardan biri, kendinizi şu anın içinde merkezlemektir. Her şeyi kontrol edemeyiz ama dünyada küçük bir huzur alanı bulmak için çaba gösterebiliriz. Ne kadar çok bağ kurarsak, o kadar kolaylaşır.
Küçük günlük uygulamalara odaklanın. Her sabah yaptığınız bir şeyi seçin ve bunu düşünceli bir niyetle yapın. Örneğin, yüzünüzü yıkarken, bu eylemin duyusal deneyimine odaklanın. Yüz yıkama ürününün kokusunu, metal musluğun dokusunu, suyun sesini ve ağzınızdaki tadı fark edin. Düşünceleriniz dağılmaya başladığında, kendinizi nazikçe yüzünüzü yıkamanın basit duyusal eylemine geri odaklanmaya hatırlatın.
2- Huzurlu anlara yönelin
Size güvenli, sakin ve huzurlu hissettiren şeyleri not edin. Örneğin: bir su kenarında oturmak, terapi, her fırsatta aya bakmak, makarna sosu yapmak, banyoya girmek, yazmak, mutfakta müzik eşliğinde dans etmek veya arabanızda sabah çocukları okula bırakırken yüksek sesle şarkı söylemek, eşinizle sarılmak rahatlatıcı olabilir. Bu anları genişletmeye çalışın. Vücudunuzda ne hissediyorsunuz? Düşüncelerinizin kalitesi nasıl? Ruh haliniz ne durumda? Bunu fark etmeyi pratik edin, içinde büyüyün ve yaşamınızdaki başka bir şeyin dikkatinizi çekmesinden önce bir an daha tutmaya çalışın. Ara sıra, sanki kendinizi kucaklıyormuş gibi, kollarınızı kendinize sarın ve yüksek sesle, "Güvendeyim, bu an içinde güvendeyim" diyerek kendinize hatırlatın. Kendi listenizi oluşturun ve bunu bir ritüel haline getirin. Bir doz atlamayın, bunu ilaç gibi tedavi edin. Çünkü gerçekten öyle.
İlginizi çekebilir: Basit mindfulness uygulamaları ile kaygıyı azaltmak
3- Toplumla bağ kurun
Hayatta kalma modunda olanlar için, büyük kayıpların derin travmalarının içinde olanlar için, sevdiğiniz ve güvendiğiniz kişilere destek için başvurun. Gerekirse bir terapist bulmak için yardım isteyin. Şu anda olup bitenler bir kişi için çok fazla. Toplumla bağ kurun. Kiminle güvende hissediyorsunuz? Kiminle neşeleniyorsunuz? Bu konuda düşünceli olun ve kendi hassas kalbinizi koruyun. Biz topluluk halinde yaşayan, sosyal varlıklarız ve gruplar içinde var olduğumuzda ve iyileştiğimizde hayatta kalırız. Kendinizin dışına çıkmak hem kelimenin tam anlamıyla hem de duygusal olarak, perspektifinizi genişletmek de endişe döngüsünden çıkmamıza yardımcı olabilir. Başkalarının hikayelerini dinleyin, komşunuzla küçük sohbetler edin, gönüllü olun, manevi pratiklerinizle bağlantı kurun ve insanlık deneyiminin bir parçası olmayı onurlandırın.
4- Düşünceli eylemlerde bulunun
Kaygınız, kısmen bilinç sapması, bir değişim çağrısıdır. Bu, doğal savunma cevabımızın bir parçasıdır ve “Dikkat et, bir şeyler yanlış. Bu güvenli değil” diyor. Kaygıyı sistemdeki fazla enerji olarak görmek, o fazla enerjiyi küçük, yapılabilir maddeleri ele almak için kullanmak faydalı olabilir. Zemin bulduktan sonra, sizin için neyin önemli olduğunu ve süper gücünüzün ne olduğunu düşünün. Bunu, pozitif değişim yaratmaya veya iyi işler yapanları desteklemeye nasıl yönlendirebileceğinizi düşünün. Dünyayla olan ilişkinize zaman ayırın. Evimiz ve tüm canlılarla karşılıklı bir ilişkiye nasıl daha fazla dahil olabilirsiniz? Kendinizi kimle özdeşleştirebilirsiniz? Değerleriniz ve endişelerinizle uyumlu bir yolu kim açıyor?
Bu zamanlarda bunalmış hissetmek normaldir. Travmadan iyileşmenin bir parçası, birçok küçük ama etkili düzeltici, bağlantılı iyilik deneyimlerinden gelir. Bu pek çok an, endişemizi yatıştırmaya ve öngörülemezlikten zarar görmüş bir stres cevabını düzeltmeye yardımcı olur. Belki de dünyamızla olan ilişkimizi ve iklim kriziyle ilgili travmamızı iyileştirme konusunda düşünmeliyiz. Büyük şeylerin değişmesi gerektiği doğru, ancak eko- kaygımıza ilaç olan, tek bir cevap değil, aksine Dünya ile sevgi ve uyum içinde yaratacağımız o küçük, pek çok anıdır.
Referanslar
Annie Armstrong Miyao, “How to Cope with an Eco-Anxiety Spiral”, Şuradan alındı: https://goop.com/wellness/environmental-health-civics/eco-anxiety-tips/
YORUMLAR