“Evlilik size sağladığı bilinçaltı niyetleriyle sizi onurlandıran bir tür terapidir.” Bu sözlerin sahibi çift terapisti, ünlü psikoterapist Harville Hendrix, “Hakettiğiniz Aşkı Yaşayın” adlı kitabında 30 yıl önceden günümüze kadar geçerliliğini koruyan ve geliştirilmeye devam eden çift terapisi yöntemi “Imago Terapi” hakkında giriş niteliğinde bilgiler sunuyor ve çiftlere kendi kendilerine uygulayabilecekleri egzersizlerle, ilişkilerini toparlama ve ileri boyuta taşıma şansı sunuyor.
Harville Hendrix evliliği kıvrıla kıvıla giden ruhsal ve duygusal bir yolculuk olarak tanımlıyor. Evliliğin başarı potansiyelinin kişinin iyi eş seçimine değil, kendisine ait gizli kalmış bilgileri keşfetme arzusunda yattığını söylüyor. Hendrix’in geliştirdiği çift psikoterapi tekniği İmago Terapi halen ülkemizde ve dünyada kullanılıyor.
“Ne yazık ki birçok insan için boşanmanın tek alternatifi kapağı sıkıca kapatarak kutunun içinde kalmak ve hayatının geri kalanını kendilerini hayal kırıklığına uğratan bu ilişkiyi yaşayarak geçirmektir. Hayatlarını çeşitli şeylerle doldurarak, özlemini çektikleri o içten sevginin asla gerçekleşmeyeceği fikrine boyun eğip anlamsız bir evlilikle başa çıkmayı öğrenirler” diyen Hendrix, evliliğin değişmez bir durum olarak görülmesini en büyük handikaplardan biri olarak gösteriyor. Evliliğin hiç değişmeyen iki insan arasındaki durağan bir durum olmadığını kabul etmek gerektiğini söylüyor.
Ünlü çift terapisti, kitabını kaleme almadan önceki dönemde çift terapisi yöntemlerini detaylıca incelemiş. Ünlü psikoterapistin anlatımına göre, araştırma yaptığı dönemde, terapiler ağırlıklı olarak bireylerin ruhsal durumuna odaklanıyordu. Belirleyici kuram, eşlerin bireysel sorunları üzerinde çalışarak kendini gerçekleştiren iki sağlıklı insan yaratmayı hedefliyordu. O zamanki terapi anlayışına göre, bu iki sağlıklı insan bir araya geldiğinde sadece küçük bir ek çaba veya anlayışlı olmak sayesinde tatmin edici ve sevgi dolu bir ilişki oluşturacaktı. Çift terapisindeki bu geleneksel bakış açısı, başarı oranını kısıtlıyordu.
Hendrix, ilişkiler konusunu araştırırken bu durumu gözlemliyor ve ilişki konusunda terapi yaklaşımlarını inceliyordu. Fark ettiği nokta, bir beraberlik içindeki bireylerin her ikisinin de kendilerini evrenin merkezinde görmeleri yanılsamasını bir kenara bırakmaları ve birbirlerini eşit birer ortak gibi kabullenmeyi öğrenmeleri gerektiğiydi. Ünlü psikoterapist bunu şöyle açıyor;
İlişkiyi merkeze almak
- Bir ilişkide iki birey vardır. Bu bireyler benmerkezciliklerinden fedakârlık ettiklerinde, beklenmedik bir şey gerçekleşir ve ilişkinin kendisi merkez olur.
- İlişkinin kendisi merkez olduğunda, eşler ilişkinin bilinçaltı amaçlarının karşısında olmak yerine, bu amaçlar doğrultusunda çalışmaya başlayabilirler.
- Bu sayede içten bir sevgi ilişkisi yaşamak çocukluğa dair çözülmemiş bütün sorunları ortaya çıkarır ve eşler bunları birlikte çözmek için ne yapmaları gerektiğini öğrenebileceklerini kabullenirler. Daha doğrusu bunun için ilk adımı atmış olurlar.
- Her birimiz bir ilişkinin içine doğarız; ilişkilerden yara alır, ilişkiler sayesinde iyileşiriz. İlişkiler olmaksızın tamamen iyileşmemiz de zaten mümkün değildir.
Başarılı psikoterapist, yukarıda sıraladığı temel noktalardan yola çıkarak yeni bir terapi yöntemi geliştirmeden önce, sona eren evliliği dolayısıyla hem bir eş hem de bir terapist olarak kendini başarısız hissettiği bir dönemin içindeydi. Bu konudaki çalışmalarını derinleştirdi ve birçok yaklaşımı harmanlayarak adına Imago Terapi adını alan bir yöntemi, yeni eşi Psikolojik Danışman Helen LaKelly Hunt’ın da desteğiyle ortaya koydu. Yöntem bugün dünya çapında uygulanıyor.
“Tıpkı annem gibisin”
Psikolojide terapistlerin kullandığı bir kavram olan “aktarım”, İmago Terapi yaklaşımında dikkat çekilen önemli konulardan biri. Aktarımın ne olduğunu kısaca şöyle açıklanıyor; Terapist, danışan bireyin problemini çözmesine yardımcı olmak için bazen aktarım yapar veya danışan kişi terapisti hatalı bir şekilde, hayatındaki problem kaynağı olan kişiyle özdeşleştirir. Terapistin bu durumu bir yardımcı araç olarak kullanması sayesinde danışan kişi bu aktarımı “aşar” ve terapisti tekrar ayrı bir birey olarak görür. Böylece problemini çözmek için de ilerleme sağlar. Hendrix, sevgi ilişkisi yaşayan çiftler arasında da aktarım yaşandığını vurguluyor. “Tıpkı annem gibisin” cümlesi örneğinde olduğu gibi, kişinin annesiyle olan ilişkisindeki problemi üçüncü kişiye yani eşine yansıtması durumu, ilişkilerde yaşanan bazı problemleri de açıklıyor. Bunun aslında kaçınılmaz olduğu vurgulanıyor. Peki, çiftler bu durumu nasıl aşabilir?
Hendrix’e göre aşk ilişkisi aşamasında, aktarım olumlu bir özellik taşıyor; “Aşık olduğunuz insanın olumlu özelliklerinin birçoğuyla, çocukluğunuzda sizi derinden etkileyen insanlara ait olumlu yanların benzer olduğunu hissedersiniz. Çatışmalar ortaya çıkmaya başladığında ise, geçmişinizdeki kişinin bazı olumsuz kişilik özelliklerini de eşinize yansıtmaya başlarsınız. ‘Sen değiştin’ cümlesinde değişen şey eşiniz değil, ona yansıttığınız özelliklerin niteliğidir.” İmago Terapisi ise, bu aktarımı tedavi kaynağı olarak kullanmak konusunda çiftlere yardımcı oluyor. “Hakettiğiniz Aşkı Yaşayın” kitabında, çiftler için çeşitli formüller veriliyor ve yeniden sevgi dolu, destekleyici ve derinden tatmin eden bir ilişki yaşamak için yöntemler sıralanıyor. Kitap dünya çapında 1,5 milyondan fazla okuyucuya ulaşmış ve yayınlandığı yıl oldukça ses getirmiş. Gözden geçirilmiş baskıda dikkat çeken ekleme ise, çiftlere önerilen “İkizleme Egzersizi”ni “Eşler Arası Diyalog” olarak değişmesi.
Eşler arası diyalog nasıl olmalı?
Bir tartışma yaşamaya başladığınızda, eşinizin sözlerine ‘açımlama’ yapın. Bu, onun gerçekliğini keşfetmeniz için esas olan ilk adımdır. Bu yöntem iyi uygulandığında sadece eşler arasındaki kavga veya tartışmayı daha sakin bir ortama taşımakla kalmaz, aynı zamanda derin bir bağlılık oluşturmak için de açılım yapar. Bu tek başına yeterli olmasa da “Söylediklerin saçma” yerine “Söylediklerin bana anlamlı geliyor.” “Neye kızdığını anlayabiliyorum.” gibi cümleler eşinizin duygularını paylaşmak için iyi bir adım olur. Kitabı okuyan bir erkek okur, açımlama ve diyalog deneyimlerini paylaşırken, ilişkiyi kurtarmak ve canlı tutmak için ilişkiyi merkeze alma konusunda örnek de sergiliyor;
“Hayata bakış açımın artık eşiminkinden daha doğru olmadığını öğrendim. Aslında, görüşlerimizi birleştirdiğimizde, her ikimizin de tek başına oluşturabileceğinden daha geçerli bir şey yarattık. Daha fazlasını elde etmek amacıyla, her ikimizin de vazgeçtiği şeyler oldu ve evliliğimizdeki derin değişim gerçekleşti.”
Hendrix’in yaklaşımının belkemiğini, “Bilinçdışı Evlilik” türünden “Bilinçli Evlilik” tarzına geçiş oluşturuyor. İlişkiyi sevgi ve arkadaşlık kaynağına dönüştürme başarısı da bu yoldan geçiyor. Bilinçdışı evlilik, çocukluktan gelen gizli arzuların tümü ile birlikte otomatikleşmiş davranış biçimlerini içeriyor. Bu durum zamanla iki tarafı da direnç dolu bir çatışmaya sürüklüyor. Bilinçli evlilik ise, karşılanmamış çocukluk ihtiyaçlarımızı olumlu bir biçimde doyuruyor. Eşlerin işbirliği yapmak için heyecanlarını yeniden kazanmaları ile birlikte, temelde yatan sorunlar üzerinde çalışmayı istemeleri sağlanıyor. Bir sonraki adımda ise, çocuklukta edinilen zıtlaşma, kınama ve kurnazlıklar aşılarak, onların yerine birbirini desteklemeye ve geliştirmeye dayalı bir tedavi süreci yerleştiriliyor. Nihayetinde, bastırılmış engellenme duygusunu empati ve anlayışa dönüştürerek eşler arasında kalıcı bir sevgi ilişkisi sağlanıyor.
Bilinçdışı evlilik nedir?
Öncelikle bilinçdışı aklın eş seçme konusundaki işlevini anlamak gerekiyor. Birçoğumuz bilinç dışı aklın “dil sürçmesi” gibi yaşamımızdaki çeşitli etkileri konusunda az çok fikir sahibiyiz. Ancak yazara göre bilinçdışı, zannettiğimizden çok daha geniş bir etki alanına sahip. Bilinçdışının varlığı, yıldızların gündüzleri de orada olmalarına ancak bizim onları göremememize benzetiliyor. Bilinçdışı aklımız, bilinçli aklımızın sistemli mantıksal düşüncelerinin üzerini ince bir tül gibi örterek işlevini sürdürüyor. Partner veya eş seçimimizde nelerin devrede olduğunu anlamak için beynin üç katmanı olduğu hatırlatılıyor;
- Hayati işlevlerden sorumlu ve fiziksel aktivitelerin kaynağı olan sürüngen beyni
- Güçlü duyguları üreten ve otomatik tepkilerimizin çoğunu belirleyen limbik beyin
- Bilişsel fonksiyonlarımızın çoğunu çalıştıran serebral korteks
Serebral korteksin beynin bilinçli, uyanık ve gündelik ortamla irtibat halinde olan kısmı olduğu söyleniyor. Beynin alarma geçtiğinde ilk olarak “Güvende miyim?” sorusunu soran diğer kısımlarının içgüdüsel tepkimelerinin bir kısmını bir ölçüde yumuşatma yeteneğine sahip. Başka bir deyişle bilinçli, araştırmacı, sorgulayıcı bölümü. Hendrix’in “Eski Beyin”e karşılık “Yeni beyin” dediği bilinçli kısım, dış dünyayı doğrudan algılarken bilinç dışı ise verileri imgelerden, sembollerden ve yeni beynin ürettiği düşüncelerden elde ediyor. Eş adaylarını da çeşitli kategorilere ayırıyor.
Harville Hendrix, kitabında anne karnından başlayarak koşulsuz sevgi ve destek alan halimizin erken çocukluk dönemiyle birlikte ruhsal yara aldığı döneme dikkat çekiyor. İsteklerini ağlayarak ifade eden bebek, ihtiyaçları karşılanmadığında, geç cevap aldığında ya da istikrarlı bir sevgi ve bakım görmediğinde dünyanın güvenli bir yer olmadığına yönelik olarak ilk kaygı (anksiyete) duygusunu yaşıyor. İhtiyaçlarını kendi kendine karşılayamayan bebek, ihtiyaçlarının dış dünya tarafından anında karşılanmasını gerçek bir ölüm kalım meselesi olarak görüyor. Bebek büyürken ortaya çıkan her ihtiyaç, potansiyel bir hayal kırıklığı ve yaralanmaya gebe oluyor. Yetişkin olduğumuzda, bilinçdışı hala bu çocukça perspektife takılıp kalırken, kendi kendimize bakım verebileceğimiz gerçeğini görmek yerine hala dış dünyanın bize ilgi göstermesi beklentisini sürdürüyoruz.
Aşkta ise, bilinç dışındaki korkular iki sevgili tarafından bir süreliğine köşeye sıkıştırılıp kontrol altına alınıyor. İki aşık tarafından, aşkın iyileştirerek bütünlüğe kavuşturacağına inanılıyor. Arkadaşlık tek başına bile oldukça iyileştiriciyken, sevgili olma halinde zamanın çoğu birlikte geçirilmeye başlıyor ve artık iki taraf da kendini yalnız veya dışlanmış hissetmiyor. Psikoterapist Hendrix'e göre, güven duygusu arttıkça da yakınlıkları derinleşiyor. Birbirinin geçmiş acılarını derinden hisseden iki sevgili, birbirlerini içten bir ilgiyle destek oluyorlar. Halbuki aşkın getirdiği yanılsama, bilinçdışından gelen bir oyunculuk sergilenmesini de beraberinde getiriyor.
Aşkın aldatıcı doğasının arketipsel olarak ilk örneği olarak Psyche ve Eros efsanesini hatırlatan yazar, Tanrıça Afrodit’in oğlu Eros ile genç ve güzel ölümlü Psyhche’nin aşk hikayesinden yola çıkarak aşkın aslında bilgisizlikten ve hayal gücünden beslendiğini söylüyor. Sevgililerin birbirlerini idealize etmesiyle başlayan evlilik ilişkilerinde ilk objektif bakış, hayal kırıklığı getiriyor. Beklentiler ise sadece bilinçli beynimizden değil, bilinçdışından da geldiği için artık eşlerin işi daha zor oluyor. Bunu çözmenin yolu ise evlilikten ve partner ilişkilerinden beklentileri masaya yatırmak ve ilişkiyi merkeze alarak, eşlerin birbirini olumsuz yönde kışkırtan kişilik özellikleri üzerinde çalışmak. Kitap bu konuda çeşitli örnekler ve uygulamaları çiftlerle buluşturuyor.
Derleyen: Senem Tahmaz
YORUMLAR