Narsisizm, özsevi, özsevgi, özsaygı, özdeğer, ego saygısı, kendilik değeri diye tanımlanıyor. İnsanın kendi değeri ve değerliliği konusunda hissettikleri olarak biliniyor. Kişinin kendisiyle ilgili hissettiği güzel duygulara çoğu zaman ihtiyacı oluyor. Yoksa diğerleriyle iletişim kuramıyor, hatta sokağa çıkamaz bir hale gelebiliyor. Şu halde narsisizm patolojik bir durum değil... Çünkü kişinin uyumlu yaşayabilmesi için, kendini ölçüyü kaçırmadan sevmesi, kendini beğenmesi, değerli görmesi gerekiyor. Bu sevgiye narsisizm deniyor. Narsisizm bu anlamıyla doğal bir ihtiyaç... Kişinin kendini beğenmesine, önemli ve değerli biri olarak kabul etmesine izin verilmezse aşağılık kompleksiyle beslenen narsisistik kişilik ile karşı karşıya kalınabiliyor.
Kendine âşık olan adam…
Suda yansıyan kendi görüntüsüne âşık olup, ulaşılamaz aşkının kurbanı haline gelen mitolojik karakter Narcissus’un hayatı, günümüzde birçok yaşamda tekrar ediyor. Çünkü insan olmanın acı gerçeklerinden biri, özellikle geçmiş çocukluk yaşamları duygusal acılar veya hayal kırıklıkları içeriyorsa, insanların geçmişlerini tekrarlamak üzere donanmış olmalarıdır. Geçmiş hep tekrar eder, mekânlar değişir, zamanlar değişir, oyuncular değişir ama roller hep aynı kalıyor. Her çağ, kendisini oluşturan özgün yapının abartılı şekilde dışa vurulduğu, patolojik davranış biçimleri yaratıyor. Bu nedenle dün olduğu gibi bugününde en önemli sorunlarından biri narsisistik kişilik (narsisistik yapı veya narsisistik kişilik organizasyonu)… Narsisistik kişiliği en iyi anlatan ve İtalyan ressam Caravaggio'nun 1594–1596 tarihleri arasında tamamladığı “Narcissus” ya da “Kendine Âşık Olan Adam” adlı yağlıboya tablosu, Roma'daki Galleria Nazionale d'Arte Antica’da bulunuyor.
Narsistik kişilik bozukuğu olan kişinin davranışları…
Normal olan narsisizmin aksine patolojik ve çok yıkıcı olabilen narsisistik kişilik için utanç, ölüm gibi tarif ediliyor, bu nedenle yüzüne bir maske takıyor, yalan söylüyor ve hiç utanmıyor, vicdansız oluyor, gerçekleri hep inkâr ediyor, gerçekleri söyleyenleri suçluyor ve öfkesini kusuyor. Narsisistik kişi iktidarını yerleştirmek ve etrafını istediği şekilde dizayn etmek için baştan çıkartıcı ve kurnazca yollara başvuruyor, ustalıkla kendisini mağdur gibi gösteriyor. Her şeyi onlar için yapıyormuş gibi bir hava yaratarak, etrafındaki kalabalıktan besleniyor, kendisinde eksik olanları çekip alıyor ve böylece kendisini tamamlıyor ama etrafını zamanla yok ediyor. Çünkü kendisi gibi düşünmeyenleri sürekli suçlayarak ve eleştirerek onlara yön veriyor, öfkesini kusarak psikolojik şiddet uyguluyor ve özsaygılarını tüketiyor. Bunun sonucunda umutsuzluk, çökkünlük, depresyon ve bağımlılık başlıyor. Suçlanma ve eleştiri darbeleriyle, suçu kendinden başka yerde göremez hale getirilen gerçek mağdurlar ise, kaçıp kurtulma yetilerini yitiriyorlar.
Maddi ve manevi olarak kirleniyor…
En önde, en gözde ve tek olmak isteyen ve daima kendini haklı gösteren narsisistik kişi kibirli oluyor, kabahati hep başkalarında arıyor, başkalarının hatalarını ve günahlarını gördüğünde cehennem ateşi gibi alevleniyor, öfkesine hâkim olamıyor, saldırganlaşıyor, kendinden geçiyor ama kendi kötü nefsine hiç bakamıyor, hep kibri seçiyor. Hedeflerine ulaşamadığında çöküyor, maddi ve manevi olarak kirleniyor ve manevi kirlerini ancak göz yaşlarını döktüğü terapi ile silebiliyor.
Bir ötekinin, yani nesnenin yaşadıklarına, duygularına, düşüncelerine ve isteklerine ilgisiz ve duyarsız kalan, sürekli olarak kendini ön plana çıkarmak isteyen, empatinin kitabını yazsa da gerçekten empati yapamayan kişilerde görülen “narsisistik yapı" diğer adıyla "narsisistik kişilik organizasyonu” hem ruhsal hem de kültürel bir durumu tanımlar. Ruhsal düzeyde bireyin narsisistik yapısı kültürünkine paralel bir gelişim gösterir. Yani ruh sağlığı, sosyolojiyi görmezden gelemez çünkü içinde yaşanılan kültür narsisistik imgeyi yaratır, imge de kültürü şekillendirir… Bu nedenle kültürde sorun yaratan abartılı güçlerin ve insanı narsisistik ihtiyaçların karşılanması için çılgınca davranmaya iten ruhsal etkenlerin anlaşılması gerekir. Eğer narsisistik birine dönüşmekten kaçınıyorsak içinde yaşadığımız kültürde sahici ve samimi bir insan olmanın ne demek olduğunu bilmemiz önem taşır.
Narsisizm, özsevi, özsevgi, özsaygı, özdeğer, ego saygısı, kendilik değeri diye tanımlanıyor. İnsanın kendi değeri ve değerliliği konusunda hissettikleri olarak biliniyor. Kişinin kendisiyle ilgili hissettiği güzel duygulara çoğu zaman ihtiyacı oluyor. Yoksa diğerleriyle iletişim kuramıyor, hatta sokağa çıkamaz bir hale gelebiliyor. Şu halde narsisizm patolojik bir durum değil... Çünkü kişinin uyumlu yaşayabilmesi için, kendini ölçüyü kaçırmadan sevmesi, kendini beğenmesi, değerli görmesi gerekiyor. Bu sevgiye narsisizm deniyor. Narsisizm bu anlamıyla doğal bir ihtiyaç... Kişinin kendini beğenmesine, önemli ve değerli biri olarak kabul etmesine izin verilmezse aşağılık kompleksiyle beslenen narsisistik kişilik ile karşı karşıya kalınabiliyor.
Ruhsal düzeyde narsisistik yapı…
Ruhsal düzeyde narsisistik yapı, “kişinin zihninde yarattığı imgesine abartılı değer vermesi” ile kendini gösteren çok özel bir kişilik organizasyonunu ve narsisistik kişilik bozukluğunun temelini ifade eder. Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişiler, bir parçalarını değersiz, yüzeysel ve aşağılık hissettikleri için hep kendileriyle meşgul gibi görünürler ve ne hissettiklerinden çok, nasıl göründükleriyle ilgilenirler. Böylece abartılı değer verdikleri imgeleriyle çelişki oluşturan tüm duyguları ve diğer gerçekleri “inkâr” ederler. Bu yüzden de başkaları tarafından eleştirilmeye tahammül edemezler. Sürekli olarak karşılarındakilerden takdir, onay ve ilgi beklerler. Duyguların kitabını yazsalar da duyguları hissedemezler. Baştan çıkarıcı olmaya, olayları ve nesneleri çıkarları doğrultusunda değiştirmeye eğilim gösterirler; güç ve kontrol elde edebilmek için çabalarlar. Güç ve hayranlık konusunda doyumsuzdurlar. Kendilerini eşi bulunmaz biri olarak görürler. Kendi çıkarlarına odaklanırlar; insanları kendi istekleri ve amaçları için kullanmayı severler. Hayallerini abartmaya, kendilerini haklı çıkarmaya, başkalarını kandırmaya çalışırlar. Kendini ifade etme, kendine hâkim olma, erdem, haysiyet ve dürüstlük gibi insanlığın gerçek değerleri konusunda farkındalıkları ve içgörüleri yoktur; bunlar açısından eksiklikleri ve çok ciddi fakirlikleri vardır. Umutsuzluğa kapılmadan tüm gerçekleri saptırırlar ve çok iyi yalan söylerler. Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişiler “bedensel duygulardan türeyen kendilik” anlayışından mahrumdurlar. Tek parça ve sağlam bir kendilik hissi olmadan, hayatı boş ve anlamsız bir şey olarak deneyimlerler. Beklentileri karşılanmadığında kendilerine olan saygıları ve sahte özgüvenleri sarsılır, kırgınlık ve çökkünlük yaşarlar. Kendilerine ilgi göstermeyen, saygı duymayan herkesi küçümserler. Başkalarına imrenirler ama rahatlarından ödün vermezler. Başkalarını kıskanır, hasetlenir ama hep kendilerini beğenirler. Yaşları ilerledikçe, çekicilikleri ve güçleri kayboldukça zorlanırlar. Olumsuzluklar karşısında daha çok öfkelenirler, yıkıcı intikam duygusu beslerler. Yaşamlarına yapılan eleştiriler karşısında umursamaz bir tavır takınırlar; yapılan eleştirileri değersiz görürler. Tüm bunlar, narsisistik kişilik bozukluğu olanların çok acı ve üzüntü verici olumsuz özellikleridir.
Kültürel düzeyde narsisistik yapı…
Kültürel düzeyde narsisistik yapı, çoğu zaman kişinin içinde yaşadığı aile ve toplum için yıkıcı sonuçlar doğurur. Kültürel ve insanî erozyonu temsil eden bu yapı, çevre üzerinde kirletici bir etki yarattığı için insanî değerlerin kaybı olarak görülebilir. Daha çok güç ve kâr uğruna hem insanlığını hem de içinde yaşadığı doğayı kurban eden kişi, insanî değerler ve ihtiyaçlar açısından her geçen gün fakirleşir, maddeci olur, kendine ve topluma yabancılaşır. Bunun sonucunda erkekle kadın, işçiyle patron, bireyle toplum, karşı karşıya gelir, çatışır, toplumsal huzur bozulur. Kişisel yeterliliğin, egosantrizmin, megalomanin, gücün, itibarın ve kendini üstün görmenin egemen olduğu, refahın bilgelikten daha yüksek bir mevkiye yerleştirildiği, şöhretin haysiyetten daha fazla hayranlık uyandırdığı, başarının özsaygıdan daha önemli bir hale geldiği, insandan ziyade “yaratılan imge”ye aşırı önem verilen “sahte ve içi boş bir kültür” ortaya çıkar. Bu yalancı kültür, insanların giderek daha fazla benmerkezci olmalarına, başkaları için özveride bulunmayı düşünmemelerine ve narsisistik bir biçimde sürekli kendileriyle ilgilenmelerine yol açar. Böylece rekabetçi koşullar ortaya çıkar. Kendini çok değerli, diğerlerini ise kendine hizmet etmek üzere dünyaya gelmiş insanlar olarak görenlerin; en kaliteli otomobile, en güzel eve, en güzel kadına, en yakışıklı eşe sahip olmayı hayal edenlerin sayısı artar; sahte hayatları yücelten sosyal medya yaygınlaşır.
Kendini çok değerli ve önemli gören, algı penceresinin tamamı kendisine açılmış olan ve bu pencereden başkalarını göremeyen narsisistik kişilerin ortak özellikleri “insanlık eksikliği” olarak ifade edilebilir. Bu tür kişiler, ne işini kaybetmekten korkan bir insanın kaygısını, ne savaşla tehdit edilen dünyanın trajedisini hissederler, ne de bir başkasını gerçekten fark edip, düşünürler. Hep “kabarmak” isterler ama bazen de “çökkünlük” de yaşarlar. Ancak çökkünlük yaşadıklarında, üstün olan narsisistik yüzleri solar ve “çok özel oldukları duygusu” parçalanır, imgelerini geçici olarak kaybederler. Bunun sonucundaysa derin bir üzüntü yaşarlar.
Çılgınca şeyler ve gerçek dışılık…
Çocukluk ve ergenlik döneminde anne ve babasından yeterli duygusal sıcaklığı görememiş olan narsisistik kişilerde duyguların gelişimi çok yüzeysel olur. Ebeveynlerine sadece varlığıyla kendini fark ettiremeyen çocuk, sağlıklı anne ve baba imgesinden ve gerekli özdeşimlerden mahrum kalır. Başarılı ve güçlü olma gereksinimini, koşulsuz sevme ve sevilme, koşulsuz kabul ihtiyacının üstüne koyan davranış kalıbında “çılgınca” bir yan vardır. Bu nedenle kendisine, vücuduna ya da duygularına ulaşılmasına izin vermeyen narsisistik kişilerde de “çılgınca bir şeyler” vardır. Ebeveynlerinin çocuğun özelliklerini sürekli olarak yüceltmesi, kendilik duygusunun sürekli olarak beslenmesine ve abartılı bir imge yaratılmasına neden olur. Bu imgenin narsisistik yapının ortaya çıkmasında önemli bir katkısı olur. Benzer biçimde, yaşanılan kültürde güce ve paraya tapınmada; daha yüksek yaşam standardı adına havayı, suyu ve toprağı kirletmede; moda diye sunulan aşırı coşkunluk ve taşkınlıkta, sosyal medyaya teslim oluşta da çılgınca bir şeyler vardır. Bu nedenle sadece ruhsal değil, kültürel olarak da bir hastalık ve “gerçek dışılık” söz konusudur; hem de endişe, suçluluk ve günahkârlık gibi duyguların egemen olduğu nevrotik şikâyetlerin yerine, duygu eksikliğinin, içsel bir boşluk algısının, derin bir hayal kırıklığının ve temel ruhsal ihtiyaçların karşılanmadığı bir depresyonun hâkim olduğu, insan olmaktan çok bir makine gibi işlev gören insanların arttığı bir gerçek dışılık…
YORUMLAR