Okulsuz ilk yılımız yeni hayatın ritmine yeni bir çevreye ve yeni bir eve alışmakla geçti.
İstanbul’a taşınmadan önce eşimin ve benim de doğup büyüdüğümüz şehir olan Berlin’de yaşıyorduk. Çocukların ikisi de orada doğdular. Her gün park, bahçe, yeşil alan ve ormanlarda gezi ve yürüyüşler günlük rutinimizin bir parçasıydı. Berlin’i en son bıraktığımızda Avrupa’nın en yeşil başkentiydi umarım hala öyledir. Ancak İstanbul bizi bu konuda büyük hayalkırıklığına uğratmıştı o nedenle bizde her fırsatta sahile gittik, çevreyi keşfettik ve bolca yürüyüşler yaptık.
Şansımıza oturduğumuz yer çok sessiz, sakin ve yeşil, sahile beş dakika yürüme mesafesindeydi böylece büyük hazırlıklar yapmadan da okul arkadaşlarıyla okul çıkışı sahilde buluşabildiler. Bu hem biz annelere bir nefeslik alan açtı, hem de çocukların açık havada oynamaları ve her mevsimde denize girmeleri için güzel bir fırsat oldu.
Böylece çocukların bağışıklık sistemleri de güneş ve denizle birlikte iyice güçlendi. İstanbul’dan Bodrum’a taşındıktan sonraki 5 yıl içerisinde sadece mevsimsel soğukalgınlıkları ve arada bir ayakta ve dinlenerek geçirdikleri gribal enfeksiyonlar dışında tek bir kere bile hasta olmadılar zaten bu yaşlarına kadar da hiç antibiyotik kullanmadık. Temiz havanın, güneşin ve bol bol sarılmanın, güçlendiren, büyüten o iyileştirici gücüne inancım bu sayede daha da netleşti.
Okuldan uzaklaştığımız bu süreçte akademik anlamda dışarıdan herhangi bir eğitim almadılar. Bunun yerine çocukların hayatlarına anlamlı katkılar sağlayacak atölyeler ve kurslar neler olabilir diye araştırmaya başladık ve oturduğumuz köydeki seramik atölyesine gitmeye başladılar. Ellerle çalışmak herkes için çok şifalı. Uzun bir süre çamurla çalıştılar.
Çocuklar evimize dizi dizi tabak, bardak ve duvar süsleri getirdikçe kendimi “Bakın bunları çocuklarım yaptı” derken buldum. Sonraları kızım arkadaşlarımın çocuklarının da gittiği çocuk korosuna katıldı. İkisi de piyano dersi almaya, jimnastik ve karate gibi düzenli müzik ve sportif etkinliklere gitmeye başladılar. Büyüdükçe ihtiyaç ve ilgi alanları değiştikçe bazı şeyleri deneyip çok sevdikleri şeylere devam ettiler, bazılarını da yarıda bıraktılar. Özellikle kışın, zamanın daha da ağır aktığı günlerde evde birlikte çokça elişi, dikiş, örgü vs. gibi şeylerle meşgul olduk. Okulsuzluğa geçiş döneminde bu dengenin ve günlük akışın önemli olduğunu düşünüyorum. Çocuk için bir çerçeve ve günlük ritim önemli. Düzen güvenli bir ortamda olma ihtiyacını karşılar.
Okulsuzluk çocukların her istediklerini yaptıkları bir şey mi?
Bir keresinde “Okulsuzluk çocukların her istediklerini yaptıkları bir şey mi? Akşam yatma saatleri var mı?” diye bir soruyla karşılaşmıştım.
Okulsuzluk anarşi ve başı boşluk ile karıştırılan düzensiz ve kaotik bir ortam olarak algılanıyor. 1968 kuşağının deneysel özgür çocuk yetiştirme metoduyla karıştırılmasın lütfen. Bu öyle bir şey değil. Okulsuzluk okul dışında farklı öğrenme biçimlerine alan açan bir kavram. Evet çocuk özgür ama öğrenmekte özgür ve kendi hızında istediğini öğrenmekte özgür.
Peki insanlar durup dururken neden rahatını bozar ve çocuklarını okula göndermezler?
Yetişkin hayatlarını 180 derece değiştirip aksi yöne giderler?
Daha doğrusu neden 7/24 çocuğu ile birlikte olmayı okuldan daha önemli sayarlar?
Başka anne babalardan daha mı çok seviyorlar çocuklarını?
Çocuklarından mı kopamıyorlar?
Nedir motivasyon kaynakları?
İnsanın rahatı yerindeyken, şimdi yeni bir icat çıkarmanın, hayatı alt üst etmenin ne anlamı var?
İyi kötü bir eğitim sistemimiz var işte. Gitsin herkes gibi okula.
Zorlana zorlana öğrensin hayatı.
Sevmediği çocuklarla da olmayı zorbalığa da, işini içselleştirememiş öğretmenin aşağılamasına da tahammül etsin bir zahmet. Olur öyle şeyler. Biz neler neler yaşadık. Bak bizler de hayatta bir yerlere vardık. Belki de varamadık. Bu kadar kişisel gelişim kitabı boşuna mı okunuyor? Hepimiz büyüdük geçti gitti. Büyüyünce geçiyor değil mi?
Evet büyüyene kadar üzerimizden tren geçiyor doğru. Tanıdığım ben dahil herkes terapiye gidiyor, 40 yaşında hala çocukluk travmalarının yaralarını iyileştirmeye çalışıyoruz.
Zamanın gerektirdiği
Şimdi Corona’nın yarattığı gündem sebebiyle okula paralel bir sistem kuruldu. Bir gecede hem de. Buna uzaktan eğitim diyelim ya da ev okulu fark etmez. Ben tercihen daha esnek bireysel bir eğitim metodu seçebiliyor muyum? Peki bize hiç tercih etme şansı veriliyor mu? Biz şu anda tepeden gelen bir uygulamayı yapmak zorundayız. Ve zaten sihirsiz kelime zorunluluk. Tercih edebilmek değil. Her şart ve halükarda seçme şansımız yok.
“Çocukların eğitimsiz kalacak ileride meslek sahibi olamayacaklar, sosyalleşemeyecekler” diyenlere bir sorum var.
Siz kaç tane okulsuz aile ile konuştunuz acaba?
Var mı çevrenizde öyle birileri de bu hükme varabiliyorsunuz?
Gazeteden "kız çocuğunu okula göndermiyorlar onun yerine evlere temizliğe gönderiyorlarmış" gibi haberler ile mı karıştırıyorsunuz acaba? Okulsuzluğu seçen aileler kız çocuklarını eğitim hakkından mi mahrum bırakıyorlar?
Okulu ve eğitim sistemini bu kadar kafasına takan ve okuyup araştıran biri olarak yapacağım en son şey çocuklarımı herhangi bir haktan mahrum bırakmak olur. Blogun bu 3. yazıya kadar bence bu anlaşılmış olmalı.
Gündeme geri dönecek olursak.
Okulun davetsiz bir misafir gibi evimizin tam ortasına yerleşmesi ile birlikte eğitim sistemiyle ilgili daha önce hiç fark edilmeyen kör noktalar fark edildi, genel eğitim sisteminin her çocuk için ulaşılabilir bir fırsat eşitliği yaratmadığı zaten biliniyordu. Bu sayede her şey çok daha netleşti.
Dijital devrim çağında modası geçmiş eğitim yöntemleri, sınavlar ve testlerle 10 , 20, 30 yıl sonrasını şekillendirecek beyinler yetiştirmeye çalışıyoruz. Ne yazık ki çuvalladık dostum çünkü değişimin hızına ayak uyduramadık.
Alternatif eğitim modellerinin pek çoğunu uygulamaya çalışsak da sürdürülebilirliğini sağlayamadık henüz.
Eğer ki mevcut okul sistemimiz, fiziksel ve içerik olarak güncellenmiş kalitelide nitelikli, cinsiyet ayrımı yapmayan, dünyanın tüm kültürel ve etnik değerlerini kapsayan modern ve demokratik barışçıl bir yapı ile eğitim veriyor olsaydı, bu kadar savaş, bu kadar yoksulluk, bu kadar çocuk işçi, sosyal adaletsizlik, gelir dağılımında eşitsizlik, çevre kirliliği ve liste daha uzar gider tüm bunlar olur muydu acaba?
YORUMLAR