O hafta sonu, sekiz fincan kahve yapmak için tam yirmi iki kere alt kata inip yukarı çıktı.
Her defasında lastik ayakkabılarını giyip parmaklarının ucuna basarak merdivenleri iniyor, aynı dikkatle geri tırmanıyordu. Çıtırdamalarına engel olamadığı, halı döşeli tahta basamaklarda bu yaptığı onu fevkalâde heyecanlandırıyordu. Kahvesini gittikçe daha büyük bir zevkle içiyordu.
Prizi takıp çıkarma ânında görülmedikçe sorun yoktu. Binanın dış kapısının açıldığını duyunca telaş etmiyordu, bir pişirimlik zamanı oluyordu çünkü. Diğer katlarda bir hareket olursa hemen fişi çekip eline doluyor; ses yukarıdan geldiyse acele etmeden bodrum kata kadar iniyor, yok aşağıdan geldiyse sakince eve çıkıyordu. Karşılaştığı kişi, elinde bir şey taşıdığını düşünüyordu. Ama bulunduğu kattaki iki daireden birinin kapısının açılacağına dair bir izlenim edinirse, derhal fişi çekip prizden uzaklaşıyordu. Bu kattaki priz, daire kapısının hemen yanında değil de koridordaki duvarın üzerinde bulunduğu için duvarın gerisindeki komşuyu alarma geçirmiyor, üstelik toparlanmak için ona fırsat tanıyordu.
Evin sahibi nasılsa pazartesi dönecekti. Öderdi borcunu, açılırdı elektrik. Acaba kaç paraydı fatura? Kesildiğine göre iki aylıktı. Binaya neredeyse çivi çakılması bile yasak olduğu için elektrik sistemi yenilenmemişti. Bu da iki katı masraf anlamına geliyordu. “Amaaan” dedi, “ödeyecek ben değilim ya. Bütün giderler dahil üç aylık kira teklifimi kabul etti. Gerisi onun sorunu.”
Onu ilgilendiren üç ay sonra ne olacağıydı. Altı ay oturmayı teklif etseydi, belki kabul ederdi. Ama üç aydan açmıştı kapıyı. Şimdi yeniden konuşsa acaba kabul eder miydi? Kirayı arttırır mıydı? Ne biliyordu, belki de ederdi.
Böyle, karşısındakiyle konuşsa cevabını alıp önünü göreceği, rahat edeceği konuları, hiçbir sonuç alamayacağını bile bile kendi kendine konuşur dururdu. Sonunda fikrini açmak zorunda kalır, karşısındaki genellikle “Olur” der, o da kaybettiği zamana acımakla kalırdı.
Bu binada, bu dairede oturma arzusu duyuyordu. İzolasyon olmadığı için kışları ısınmanın, yazları serinlemenin çok zor olduğunu bilse de, eve eli kolu döndüğünde dört katı kan ter içinde çıksa veya iki tur yapmak zorunda kalsa da akşam eve dönerken kapısına anahtarı yerleştiği apartman bu olsun istiyordu. Geceleri ay ışığının aydınlattığı, kirişleriyle beyaz duvarlarına bakarken garip bir huzur duyduğu odasında uyumaya devam etmek istiyordu. Sarayları anımsatan geniş, kocaman pencerelerden giren ışığın aydınlattığı ve bugün bir müteahhidin biraz çalsa, bir kat için iki oda çıkaracağı merdivenlerde git-gel mekik dokurken “Tamam” dedi. Hafta başı konuyu açmaya karar verdi. Taşındığından beri dudaklarını kemire kemire aklında evirip çevirdiği sorulara cevap bulacaktı böylece.
Gece “Yarın çok erken uyansam ne iyi olur, herkesin poposunda pireler uçuşurken tarçınlıları alır gelirim, kahveyi okkalarım” diye düşünerek uyudu. Ne zaman bir şeyi çok istese olurdu. Hangi gece kaçta uyanmak istediğini içinden geçirerek uykuya dalsa, ertesi sabah o saatte uyanırdı.
O pazar sabahı da aynısı oldu. Saat yedi buçukta uyandı. Yatarken tam da bunu dilemişti. Hem erkenden kahvaltı keyfi, hem de sonrasında çıkıp boş sokaklarda boş boş dolaşmak için.
Pastaneye gitmek için çıktı. Üçüncü katta komşuyla karşılaşınca irkildi. Demek o da erken uyanmıştı, dönüşte dikkat etmeliydi. “Günaydın” deyip hızlandı. Pastanede tezgâhın gerisindeki bir kişi, sırada bekleyen dört müşteriye yetişmeye çalışıyordu.
Çalan telefonu önce başkasının sandı. Sabah mahmurluğuyla sesin kendi cebinden geldiğini hemen kavrayamamıştı. Bu saatte kim arardı ki? Endişeyle çıkarıp baktı. Evin sahibinin aradığını görünce bir an korktu. Ya hemen odasını boşaltmasını istiyorduysa? Ne yapardı? Kısacık zamanlarda insanın aklından nasıl böyle peş peşe sorular geçebiliyordu.
“Uyandırdıysam kusura bakma ama önemli. Havaalanındayım. Acil bir telefon numarasına ihtiyacım var. Odamdaki eski cep telefonumu açar mısın? Komodinin ikinci çekmecesinde şarjörüyle beraber. Açmadan önce şarj etmeyi unutma. Şifresini söylüyorum.”
Evde olmadığını dönünce bakabileceğini söyledi. Başını eğip, sözlerinin dağılmasını engellesin diye eliyle ağzını hafifçe örtüp, kısık sesle “Ama” diye ekledi: “Elektrikler kesik, apartmanda şarj edeceğim için vakit alabilir.”
Önce bir sessizlik oldu. Sonra “Tamam” dedi evin sahibi. “Dönünce hemen ara beni.” Telefonu kapatırken “Dur” dedi. “Ben iki haftadan önce dönemiyorum. Elektrik, su faturasını sen öder misin?” Ne diyeceğini bilemedi. Sıra ona gelmişti. “İki tarçınlı kurabiye sarabilir misiniz?” dedikten sonra da susmayı sürdürdü. İkinci sessizliği bozan yine evin sahibi oldu. “Aslında aylık faturaları ödesen yeter, kiraya gerek yok. Olur dersen istediğin kadar kalabilirsin.” Şaşkınlıktan kalakaldı. “Yarın bakarım” diyebildi.
Kurabiyeleri alıp hızla dönünce komşuyla burun buruna geldi. Adam “Bana da iki tarçınlı kurabiye” dedikten sonra ona dönüp gülümsedi: “Kahveyle iyi gidiyor.”
Bitti
Diğer bölümler
YORUMLAR