Can sıkıntısı tarihe karışırken

Can sıkıntısı üzerine düşünüyorum. Bundan önce 2014 ve 2016 yıllarında bu konudan bahsettiğim, Uzay'ın yaz tatillerinde canının sıkılmasından dem vurduğum yazılar yazmışım. O yazıların artık geçerliliği kalmadı. Can sıkıntısı önce yetişkinlerin, sonra da çocukların hayatındaki geçerliliğini yitirdi bana kalırsa. Hülyalara dalmak ile birlikte... Bakın anlatayım:


Can sıkıntısı 2010'lu yıllardan itibaren günlük hayatta deneyimlediğimiz bir his olmaktan çıktı. Artık kimsenin sıkılmaya vakti ya da fırsatı yok. Nedenini biliyorsunuz. Cep telefonlarımız var. Boş olan her anı elimizin bir uzantısı gibi kullandığımız, içinde dünyayı barındıran ama sağımızda solumuzda oturanlarla iletişimi engelleyen bu araçların içinde geçiriyoruz. Biz, yetişkinler. Can sıkıntısından, boş boş oturmaktan, hülyalara dalıp gitmekten çok uzağız artık. Farkında mısınız?


Muhteşem Yüzyıl benzeri, dönem dizilerinde gerçek hayatta hiç rastlamadığımız sahneler vardı, hatırlar mısınız? Saray eşrafından üst düzey kimselerin odasına aniden giriyoruz kamerayla birlikte ve o kişiyi bir sedire oturmuş, elleri kucağında boşa/ duvara/ pencereden bakarken görüyoruz. Sizin etrafınızda hiç böyle kişi kaldı mı? Herhangi bir boş anında içgüdüsel olarak eline telefonunu almayan kaç kişi kaldı? Camdan dışarı kesintisiz 15 dakika boyunca bakan kaç kişi kaldı?


Biz çocukken, özellikle yaz tatillerinde sıkılacak bol bol vaktimiz vardı. Bu sıkıntı anları, evde her daim yapacak çok işi olan annem tarafından ev işlerinden birinin ucundan tutmamın önerilmesiyle son bulurdu. Can sıkıntısı sayesinde derli toplu bir insan olmuştum mesela. Annemin ev işi kakalamasından kaçmak istiyorsam ve can sıkıntıma yine de çare arıyorsam kitap okurdum. Pol ile Virjini, Tomasina, Ölümsüz Ece, halamdan bana kalan ve henüz ilkokulu bitirmeden Cemal Süreya ile, Turgut Uyar ile tanışmama vesile olan şiir derlemesi defterini onlarca kez okuyup ezberlemem de can sıkıntısından ötürüydü, mahalle arkadaşlarımı örgütleyip bisiklete binmeyi öğrenişim de aynı sebepten.


Şimdi Uzay'ın canı sıkıldığında hemen beni arıyor: "Film izleyebilir miyim, video oyunu oynayabilir miyim?" diye soruyor; "Biraz boş boş dışarı bak, sonra izle" diyorum... Aklına yatmıyor ama ben söyledim diye bir anlığına erteliyor belki, onu tüm dünyanın dertlerinden kurtaracak olan ekranla buluşmasını... Biz de öyle değil miyiz?


Sigmund Freud, can sıkıntısı için “Öğrenmenin habercisi” demişti. Şimdi o habercinin son kırıntıları da yavaş yavaş tarihin tozlu raflarına gömülürken, yerini ise ekrandan gelen ve zihni hiçbir türlü zenginleştirmeyen uyaranlar alıyor... Hem bizim, hem de çocukların dünyasında böyle bu. Elbette bunun uzun dönemde etkileri olacak. Göreceğiz...

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.