Havuç peşinde...
Mutluluğa giden yol, olmayan şeylerin peşinde koşturmaktan değil, mevcut olanın farkında olmaktan ve onları takdir etmekten geçiyor. Daha iyi bir evin, daha iyi bir arabanın, daha yüksek bir maaşın ve mevkinin bir insanın mutlu olmasını sağladığını hiç görmedim desem yalan olmaz. Bunlar, olsa olsa yaşamda bizi oyalayan havuçlar ve ancak kısa süreli olarak tatmin olmamızı sağlıyorlar.
Bunun, aklıma gelen iki ana sebebi var: Birincisi, bir şeyi edindikten sonra çok kısa bir süre içinde ona sahip olmanın normalleşmesi ve sıradanlaşması, yani alışkanlığa dönmesi. Mesela bunca yıldır bir araba sahibi olmak isteyen biri, muhtemelen arabayı edindiğinin birinci haftasında falan, her zaman arabası olmuş gibi bir zihin hâline geçiyor ve artık o arabanın getirdiği kolaylığı takdir etmeyi, bu duruma sevinmeyi unutuyor. Benzer şekilde hayatımızdaki insanların kıymetinin, öneminin de farkına varamıyoruz çoğunlukla. Ebeveynlerimizin, dostların, sevgilinin varlığına -durup dururken- şükredenlerimiz çok az. Ancak birine bir şey olduğunda ya da olma olasılığı belirdiğinde hatırlıyoruz şükretmeyi ve yine çoğunlukla, hızla unutuyoruz yeniden.
İkincisi ise elde ettiğimiz bu şeylerin her zaman daha iyisinin, daha büyüğünün, daha fazla özelliklisinin olduğu gerçeği. Bu, aldığın telefon için de geçerli, çalıştığın yerdeki mevkin için de. Bölümde şef olduğunun aydönümü gelmeden kafayı müdür olmaya verenlerimiz ve buna ulaştığı takdirde bir sonraki titre gözünü dikenlerimiz ve her daim bir şeye, bir yere erişmeye çalışırken elindekinin farkında olmayıp yaşamı ıskalayanlarımız çok. Bu "daha" koşturmacasının ise sonu yok.
Mutluluk, şüphesiz ki ileride sahip olacağımız şeylerle gelmeyecek. Halihazırda hayatımızda olan insanların, doğanın, eşyanın ve tüm güzel nimetlerin farkında olmak ve bunlar için şükretmeyi hatırlamak, bizi ona çok daha yakın tutuyor.
Sıradanlığın içindeki güzellikleri, mucizeyi, keyfi gördüğümüz zamanlarda mutluluğa erişmek çok daha olası. Çünkü bu sıradanlık her daim bizle olduğu için buradaki güzelliklerin farkına varmayı hatırladığımız takdirde mutlulukla buluşmak için çok fazla fırsatımız oluyor. Bizi besleyen gıdaların, içtiğimiz suyun, çevremizdeki güzel insanların ve gündelik hayatımızdaki diğer her şey ve herkesin varlığına her daim şükür hâlinde kalmayı hatırlama mekanizmasını kurabilirsek, mutlu olmak için sınırsız olanakla karşı karşıya olduğumuzu fark ediyoruz.
Eğer ki gözlerini açarsan görüyorsun ki yediğin yiyeceğin geçirdiği tüm süreçler ne kadar da kut'lu. Mesela bir domatesin sofrana gelmeden önceki yolculuğunu düşünmek nasıl da heyecan verici: Kendi bostanında ya da çiftçinin bahçesinde minicik bir tohumdan başlayan yolculuğun aylar sonra meyveye dönmesi ve sofrana gelmesi; bu süreç içinde hava-su-toprak-ateş elementlerinin ortaklığına yine bu elementlerden müteşekkil çiftçinin emeğinin, bilgisinin eklenmesi; en az bunlar kadar önemlisi, o tohumun içinde saklı olan tüm o bilgi; ve en sonunda o domatesin hasat edildikten sonra -eğer ki kendi bahçende yetiştirmiyorsan- sana ulaşması için tüm o araçların, nakliyatın, benzinin, taşımacıların ve diğer herkesin ve her şeyin katkıları...
100 gramlık bir domatese baktığında tüm bunları görebildiğinde bunu takdir etmemek, bu sürece, yaşama hayran olmamak zor. Ve bu farkındalıkla buluştuğunda, tüm o hikâyeyi okuyabildiğinde, o domatesi öylesine yiyivermek ne mümkün. Bu karmaşık ortak yaratımı fark ettiğin takdirde bunu kut'lamak ve domatesi kut'samak istersin. Sıradanlığın içindeki tüm o mucizeler, içine yaşama sevinci ve coşkusu getirir.
Ancak zihninde düşünceler doluyken, kafan başka yerlerdeyken, doların geldiği ve geleceği noktaları konuşurken ya da telefonuna bakarken yersen mesela, fırsatı kaçırmış olursun. Zihnin sürekli geçmişte ve keşkelerle meşgulse, fırsatı kaçırmış olursun. Geleceğe takılı kaldıysan ve zihnin hep ileride bir gün gelecek güzel günlerde ise, yine, an'daki tüm o kut'u ıskalamış olursun.
Domates herhangi bir örnek. Farkına varılacak ve şükredilecek şeyler her yerde, tek ihtiyacımız olan dikkat ve farkındalık. Eve girdiğimiz an tık diye lambayı açabilmemiz bile ne büyük bir konfor ve insanoğlu kaç bin yılın sonunda buna ulaşabildi. (Yaşamımıza konfor katan unsurların yaşamı gerçek anlamda zenginleştirip zenginleştirmediği kocaman bir soru işareti ve zaman zaman çok daha ilkel koşullarda çok daha mutlu olabileceğimizi düşünmüyor değilim ama bu, başka bir yazının konusu.)
Sıradanlaşmış -ama çok önemli- diğer örnekler ise dostların varlığı olabilir, aile olabilir, yaşamımıza değer katan üstadlarımız olabilir; o muhteşem şarkıları, senfonileri besteleyen ve bu kişilere o ilhamı uçuran periler olabilir; o muhteşem sanat eserleri olabilir; evin önündeki ağacın güzelliği ve bu ağaçta oynaşan serçelerin cıvıltısı olabilir... Ve bunların her birinin ardında da, tıpkı domates örneğinde olduğu gibi müthiş bir ortak yaratım, müthiş bir çalışma var.
Yaşamımıza zenginlik katan herhangi bir insanın ardında bir anne, bir baba, onlarca-yüzlerce öğretmen, tonlarca gıda, sınırsız güneş ışığı, bin litrelerce su, bol miktarda oksijen var. Herhangi bir insanı o insan, herhangi bir şeyi o şey yapan koşulları hesaba katmaya kalksak, her biri için ciltler dolusu kitap yazmamız gerekir.
90 dakikada izleyip bitirdiğimiz filmin ardında koskocaman bir ekip; bazen ayların, bazen yılların emeği var. Bu ekibin her bir üyesinin film setine gelene kadarki yaşamlarını da düşündüğünüzde ve biraz daha derine doğru gittiğinizde, sadece bir film için bile tüm var oluşun bir araya geldiğini görüyoruz; tıpkı her birimiz ve diğer her şeyin oluşumunda da aynı bir araya gelmenin mutlak olduğu gibi.
Ben birkaç örnek verdim, siz dilediğiniz gibi çeşitlendirebilirsiniz. Yaşamdaki herhangi bir şeye bakabilir ve onun ardındaki hikâyeyi fark etmeye kendinizi açabilirsiniz. Bu açılım, kaçınılmaz bir şekilde dev bir koordinasyonun varlığına götürecek sizi ve buradan da umuyorum ki şükre... İster herhangi bir insanı düşünün, ister kullandığınız herhangi bir cihazı ya da evinizde sizin için en sıradanlaşmış olanağı, ister boğazınızdan geçen gıdayı; her birinin ardında sonsuz bir işbirliği mevcut. Ve bunu fark etmek, takdir etmek ve kutlamak mutluluğun altın anahtarlarından biri olarak görünüyor bana.
Bitirmeden... Bütün bunlar, yaşamda asla bir şeylerin peşinde koşmayalım gibi bir yere çıkmasın. Fakat peşinde koştuklarımızın birçoğunun basit birer havuç olduğunun ve bizi asıl doyuracak şey olmadığının farkındalığını kazandığımız takdirde; ya peşinden koşacak daha anlamlı, daha derin şeylerin arayışına giriyor ya da yine de havucun peşinden koşuyoruz belki ama bu sefer sırf oyunu oynamanın keyfini ve heyecanını tatmak adına...
YORUMLAR