Özel bir duvar
“Tam şu an neye ihtiyacın var?” diye sordu yeniden ve ısrarla. Birkaç kemkümledikten sonra bunu tam olarak bilmediğimi gevelerken “Hah!” dedim, “Neye ihtiyacım olduğunu bilmeye ihtiyacım var!”. Şu an'ın içinde ne yapmamın, ne yapmamamın, ne okumamın, ne yazmamın, ne oynamamın, ne izlememin hayr olduğunu bilmeye ihtiyacım var. Aslında bir çizelge olsa mesela; günün programı, haftanın-ayın-yılın programı önümde beliriverse ve bana en doğru oluş ve eyleyiş hâllerimi gösterse... (Olmaz tabii öyle, o zaman benim işim ne burada :)
Özellikle günümüz dünyası önümüze o kadar çok seçenek sunuyor ki bunların içinde kaybolmamak, denge içinde kalabilmek için çabalamak, uyanık olmak gerekiyor. Seçeneklerin sayısının çok fazla olduğu yetmezmiş gibi bunlara ulaşım da çok kolay; büyük çoğunluğu çok ucuz ve hatta bedava.
Hâkimiyet, kişide açığa çıkmadığı sürece savrulmamak, kaybolmamak ne mümkün. Kendine, zihnine, bedenine hâkim olmak... Sadece zapt etme anlamıyla değil, çok daha geniş, farkında olma anlamıyla kullanıyorum hâkimiyeti. Bu hâkimiyeti yakalamadığım yerde sadece akıntıyla birlikte sürükleniyorum. Elime tutuşturulmuş kürekler var lakin hâkimiyette değilsem panikteyimdir ve panikteysem kürekleri nasıl kullanacağımı bilemem ki bilmiyorsam belki de hiç kullanmamam daha iyidir. Akış bir şekilde, sarsarak da olsa, zaman zaman kayalara bindirerek de; ne yapıp edip denize kavuşturacaktır beni.
Hâkimiyetim arttığında ulaşacağım yer aynı deniz; aradaki fark ise daha kolay, daha yarasız-beresiz, daha az acılı bir şekilde gidecek olduğum. Akıntının hızlandığı ve yavaşladığı yerleri bilirsem, nerelerde kayalar olduğunu bilirsem, nerede dikkat kesilmem gerektiğini, nerede biraz serebileceğimi bilirsem işler kolaylaşır. Gerektikçe çekerim kürekleri...
Hâkimiyet, farkında olmaktan geçiyor. Anbean içinde olduğum hâlin, şartların, seçeneklerin farkında olmaktan... Bu farkındalık ise kendimle derin bağlantıdan geçiyor. Bu bağlantı kuvvetlendikçe farkındalığım, farkındalığım arttıkça hâkimiyetim artacak.
Bağlantı; durup dinlemeyle, kulak vermeyle oluşuyor. Kalbimin kulaklarını açmayla ve içinde bulunduğum ahvali anlamayla... Dişil yanımızdan bahsediyorum. Dinleyen, izleyen, açılan ve içine alan yanımızdan. Kendi kendini içine alan, kendinden kendine açılan yolu seyreyleyen ve algılayan...
Derinleşen bağlantıyla birlikte ilham kanalları açılıyor ve kendi derinliğinde kaldığın sürece artık türlü fikir, adım, proje, niyet doğuveriyor içeride ki buna vahiy de diyebilirsin. Bunların bir kısmı seni kısa vadeli adımlara taşırken bir kısmı çok daha büyük vizyonlara taşıma potansiyeline sahip. İşte tam burası eril enerjinin direksiyona geçmesinin icap ettiği nokta! Geldik mi bu satırların yazarının da yaşamına daha güçlü bir şekilde katmaya niyetlendiği kısma... Dişilin doğurduğunu, içeriden bulup çıkarttıklarını beslemek, büyütmek ve onu çok daha büyük bir yerlere taşımak içindeki erilin görevi.
Eğer bu noktada direksiyonu erile teslim etmezsen...
Çok bir şey olmaz, yine yaşamaya devam edersin; hatta farkındalığını açık tutabildiğin sürece, gelen yeni ilhamlar ve yenilenenlerle takılmaya devam edersin. Lakin bir şeyler eksik kalır. Potansiyelini gerçekleştirememenin verdiği iç sıkıntı ikide bir musallat olur, ayağına dolanıp durur. Gücünü eline almamışsındır.
Tamam, dünyanın sonu değil ama alma şansın varken almamanın acısını çekersin. Kürekleri eline alarak onlarla en keyifli, en tatlı (bazen sakin, bazen maceralı!) yerlerden gidecek şekilde yön verirsin akışına ve kendini gerçekleştirme denen noktaya böyle ulaşırsın.
Dişil kapısından gelen ilhamlara sahip çıkmaktır bu. Sen vasıtasıyla giriş yapan, aslında sen'den olmayan düşüncelere, niyetlere, projelere...
Bu hediyeler boşuna gelmiyor ve yanlarında birtakım sorumluluklar da getiriyorlar. İşte burası karar noktası! Kürekleri eline alma ve büyüme alanı... Var mısın? Gelen bu ilhamların küçüğü-büyüğü yok; yani var ama yok, çünkü asla bilemezsin yapacak olduğun eylemin kâinattaki etkisini. Büyük büyük projelere el atarsın da etkisi sınırlı kalır; minnak bir canlı getirirsin dünyaya, büyür hepimize evrensel yasaları öğretir.
Küçüğü büyüğü yok, yeter ki varoluştan, Hak'tan, evrenden gelsin bu ilham; küçük ben'lerimizden değil. Böyle olduktan sonra yol açık; çoğu zaman uzun ve zahmetli ama açık; apaçık...
Ve bunu gerçekleştirdiğin sürece anbean neye ihtiyaç olduğunu bilirsin. İhtiyac(ın) değil, zira artık varoluşla bütünleşmişsindir ve sen her şeysindir ve O'sundur; O senden doğru tecelli eder. Senin ihtiyacınla varoluşun ihtiyacı üst üste binivermiştir ve ne yapılması gerektiğini kendi üzerinden bilirsin. Bu noktada artık analize, düşünmeye bile gerek kalmaz. Duvar gibisindir; sana gelen her topu doğru bir şekilde ve gitmesi gereken yere çabasızca gönderiveren özel bir duvar...
Kolay gelsin...
Not: Döngüsel süreçleri doğrusalmış gibi anlatınca bir takım tuhaflıklar oluyor. Örneğin bu yazıda, önce dişil'de, yalnızca dişil'de takılmak ve vakti geldiğinde tamamen eril'e geçmek gibi okunuyor olabilir. Öyle değil ama daha kolay takip edilebilmesi ve anlaşılabilmesi için öyle yazılıyor. Aslında hepsi içiçe, muhteşem bir döngü içinde ilerliyor tüm süreçler... Buna dair daha detaylı bir yazım için şuraya buyurabilirsiniz: eril-dişil
YORUMLAR