Engelsiz eğitim istiyoruz!
Merhabalar, sizlere bu hafta yeni başlayan eğitim yılında engellilerin zorluklardan bahsedeceğim. Biliyorsunuz ki tüm görsel medya ve sosyal paylaşım sitelerinde 4+4+4 sistemini tartıştı ve tartışmaya da devam ediliyor. Ancak üzülerek görüyorum ki engellilerin yaşadığı sorunlar yine ikinci plana atılıyor.
Ben kendimi çok şanslı görüyorum. Eğitimime başlarken hiçbir zorluk çıkartılmamış aksine ellerinden geldiğince yardımcı olunmuştu. Ama görüyorum ki 20 senedir engellilerin en büyük sorunlarından birisi eğitimlerini sağlıklı bir şekilde alınamıyor. Bu konuda devletimiz çok büyük yaptırımlar uygulamalı diye düşünüyorum.
“Engelli bu sınıfta okutulamaz!” diyen okul müdürleri veya öğretmenler istemiyoruz.
Gerekirse birkaç ay engelliler ile beraber kapasitesini ölçüp ona göre eğitimine devam edilip arkadaşları ile uyumu sağlanmalıdır.
Konu ile ilgili Kutay Esentepe’nin özel röportajı şöyle; Yeni eğitim dönemi başlarken, okullarda en büyük güçlüğü engelli çocuklar çekiyor. Otistik çocuklar, eğitim dönemi başlamadan, “Diğer çocukları olumsuz etkilemesin” gerekçesiyle okullar tarafından kabul edilmezken, kimi veliler, çocuklarının engelli çocuklarla aynı sınıfta olmasını dahi kabullenemiyor. Aklın ve vicdanın anlamakta zorlandığı davranışlar bununla da bitmiyor. İşte geçen hafta Sakarya’da 13 yaşındaki bir kız çocuğunun 3 kardeşine, gittikleri okulun yönetimi, velilerin isteği üzerine, kapılarını kapatmıştı. Batuhan Aydagül ve Işık Tüzün, Türkiye’nin yetiştirdiği iki nitelikli eğitim uzmanı. Aydagül, Sabancı Üniversitesi bünyesinde kurulan Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) Koordinatörü, Tüzün ise, Koordinatör Yardımcısı. Okullarda, engelli bireylerin diğer bireylerle uyumu için “kaynaştırma eğitimi” üzerine kafa yoran Aydagül ve Tüzün’le, eğitimdeki bu acı tabloyu ve ne yapılması gerektiğini konuştum.
Velilerin isteği üzerine, bir tecavüz mağdurunun 3 kardeşini okula kabul etmemek nasıl açıklanabilir?
Işık Tüzün: Ülkemizde sistem çocuğu korumakta etkisiz kaldığı gibi, çocuğu ve ailesini tekrar tekrar mağdur ediyor. Müdürün tavrı, sistemin istismara, kadına, çocuğa bakışının, hatta eğitime bakışının bir uzantısı... Zaten inanılmaz büyük bir travma yaşayan, isimleri basında ifşa edilen çocuklara, bırakın özel destek ve ilgi göstermeyi, bir de “Değersizsiniz ve tehlikelisiniz” mesajı veriliyor. Bugüne dek bu tavrın pek çok defa görülmesine rağmen karşılıksız kalması, toplumda kazandığı meşruiyetle birlikte müdürün de sırtını dayadığı yerlerden biri.
Aileler, travmaya uğramış ya da engelli çocuklara dair neden önyargı besler?
Işık Tüzün: Toplum ve devlet olarak koyduğumuz bariyerlerle sadece özel gereksinimli çocuklara değil, her türlü farklılığa kapalıyız. Eğer şanslı bir azınlıktan değilsek, okulda aynı sırada oturtulmuyoruz, ders kitaplarında engelli bireyleri görmüyoruz, engelli öğretmenlere rastlamıyoruz. Bu ortamda, çocuğunuz ya da yakınınız için “normal değil” deniyor, hizmetler lütuf gibi sunuluyor. Engelli denince ilk aklınıza gelen zorluklar olabiliyor. Size çoğu zaman öğretilen, engelli olmadığınız için ne kadar şanslı olduğunuz, engellilere acıma ve yardım duygusuyla yaklaşmak oluyor. Mesele sanırım biraz da önyargısız olmak değil, önyargılarımızın farkında olmak ve önyargıları sorgulamaya alışmakla ilgili ki; eğitim sistemimiz bu açıdan da eksik kalıyor.
Anneler, babalar, engelli çocukları, neden kendi çocuklarının yanında görmek istemez ki?
Batuhan Aydagül: Çocuğu özel gereksinimi olmayan ailelerin en büyük sıkıntısı çocuklarının okul başarısı. Sınıfta özel gereksinimi olan bir çocuk olması durumunda öğretmenin çocuğuyla yeterince ilgilenemeyeceğini düşünüyor. Bu denli rekabetçi bir sistem içinde kabul edilebilir olmasa da anlaşılabilir bir tavır. Bir yandan çok da temelsiz değil! Çünkü öğretmenlerin önemli bir bölümü bu konuda eğitimli değil, özel eğitim alanında uzman desteğinden yararlanamıyor. Kalabalık sınıflarda farklı gereksinimleri karşılamaya dönük yalnız çalışmak durumunda kalıyor. Öğretmenlerin isteksizliği de sadece önyargılardan kaynaklanmıyor. Bilmiyor, baş edemiyor ve istemiyor.
Bu durum, toplumsal bir sakatlığımız mı? Caddelerde, sokaklarda bile bir engellinin ilerlemesi güç.
Işık Tüzün: Biliyorsunuz; kamu binaları ile yerel ulaşımın engelliler için erişilebilir kılınmasına yönelik düzenlemelerin 2012’ye kadar tamamlanması gerekiyordu. Bu süreyi daha yeni 3 yıl uzattılar. 2005’te verilen 7 yıllık sürenin ardından bu sözün yerine getirilmemesi yok saymaktan da öte. Bu, meseleye bilinçli ve planlı olarak öncelik verilmediğini ve yeterli kaynak ayrılmadığını gösteriyor.
Türkiye’de ne kadar engelli olduğuna ilişkin kesin bir sayı var mı?
Batuhan Aydagül: Son olarak 2002’de yapılan TÜİK araştırmasında ifade edilen rakam 8.5milyondu. Toplam nüfusun yaklaşık yüzde 12’sine denk gelen bir rakam… Ancak kesin sayılar demek mümkün değil. Çünkü 10 yıllık bir araştırmadan bahsediyoruz. Gerek eğitimde gerek diğer alanlarda engelli bireylerin durumunu saptamak ve doğru politikalar geliştirmek istiyorsak bu araştırmanın bir an önce daha da geliştirilerek tekrarlanması şart.
Bunların ne kadarı okul çağındaki çocuklar?
Batuhan Aydagül: Aynı araştırmaya göre 0-19 yaş aralığındaki engelli birey sayısı 460 bin dolayındaydı.
Siz engellilerin, diğer bireylerle uyumlu eğitimi için geliştirilen “kaynaştırma eğitimi” üzerine çalışıyorsunuz. Bu eğitimden ne anlamalıyız?
Işık Tüzün: En basit tanımıyla, kaynaştırma eğitimi özel gereksinimli öğrencilerin ayrı kurumlar yerine, akranlarıyla birlikte genel eğitim sınıflarında eğitim alması. Çocukların gelişimlerini ve toplumsal yaşama katılımını en üst düzeyde sağlamak için bu tür bir eğitimden bahsediyoruz. Kaynaştırma eğitiminde amaç, özel gereksinimli çocuklara en az kısıtlayıcı eğitim ortamını sunmak. Bu skalanın bir ucunda çocukların yatılı özel eğitim kurumlarında eğitim alması varken, öbür ucunda da çocukların diğer akranlarıyla birlikte sürekli aynı sınıfta eğitim alması var.
Batuhan Aydagül: Bu tanımın çok önemli bir parçası daha var. Çocukların aynı sınıfta bulunması yetmiyor; özel gereksinimli öğrencilere ve sınıf öğretmenlerine destek özel eğitim hizmetleri sunulduğu takdirde kaynaştırma eğitimi veriliyor. Eğer uygun fiziksel mekânları yoksa öğrenci ve öğretmen gereksinim duyduğu desteği işin uzmanlarından almıyorsa bu kaynaştırma eğitimi değil, sadece çocukları aynı sınıfa koymak anlamına geliyor.
Bu eğitim sisteme ne zaman entegre oldu?
Batuhan Aydagül: Kaynaştırma, mevzuata 1983’te giriyor ama yaygınlaşması 2000’leri buluyor ve 2005 yılındaki düzenlemeler sonrasında iyice hız kazanıyor. Kanun ve ardından Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı çeşitli düzenlemeler dünyadaki eğilimler ve engelli haklarına uyum açısından Türkiye’de artan duyarlılığın birer göstergesi. Elbette bu duyarlılığın oluşmasında toplumsal taleplerin daha yüksek sesle ifade edilmesinin ve uluslararası aktörlerin de etkisi oluyor.
Türkiye’de ne kadar öğrenci bu eğitimden yararlanıyor?
Işık Tüzün: Geçtiğimiz birkaç senede kaynaştırma yoluyla eğitim alan öğrenci sayısında ciddi bir artış oldu. 2010-2011 eğitim öğretim yılında 85 bin ilköğretim öğrencisi kaynaştırma eğitiminden yararlanırken bu rakam geçtiğimiz yıl 138 bine ulaştı. Etkileyici bir gelişme ancak okul öncesi ve ortaöğretimdeki gelişme sınırlı.
Sınıfların kalabalık olması kaynaştırma eğitimini nasıl etkiliyor?
Işık Tüzün: Kalabalık sınıflarda öğretmenin kaynaştırma yoluyla eğitim alan öğrencinin bireysel gereksinimlerine yanıt vermesi çok zor. Bu konuda mevzuatta eğer sınıfta iki kaynaştırma öğrencisi varsa sınıf mevcudunun 25’i aşamayacağı belirtiliyor. Tek kaynaştırma öğrencisi söz konusu olduğundaysa üst sınır 35 öğrenci. Ancak bakanlığın 2010 tarihli bir araştırmasına göre kaynaştırma yoluyla eğitim yapılan okulların üçte biri bu standardı yerine getiremiyor. Bu oranın 4+4+4 ile daha da artacağını tahmin ediyoruz.
Yurtdışında çocuklar engelli, siyah, çekik gözlü oyuncak bebeklerle oynuyorlar. Etnik ve dini kimliklerin çok fazla kaşındığı Türkiye’de bu gerçekleştirilemez mi?
Işık Tüzün: Kesinlikle haklısınız. Çocuklar farklılıkları ve bunlarla ilişkili olumsuz tutumları çok erken yaşta hissediyorlar. Erken çocukluk eğitimi de bu açıdan çok değerli bir potansiyele sahip. Özel gereksinimli çocukların, akranlarıyla aynı sınıflarda erken çocukluk eğitimi alması, bahsettiğiniz gibi alternatif eğitim materyalleri kullanmak ve farklılıklara saygıyı güçlendiren bir eğitim programı çok işe yarayabilir.
Boz Ailesi’nin talepleri yerine getirilmeli hep engelli çocukları konuştuk. Bir de “sağlam” çocuklar var. Örneğin, Efe Boz, geçen yıl İstanbul Maltepe’de, Dumlupınar İlköğretim Okulu’nun ana sınıfının tuvaletinde üzerine düşen lavabonun boğazını kesmesi sonucu yaşamını yitirmişti. Yeni eğitim sistemiyle birlikte risk arttı mı?
Işık Tüzün: Maalesef küçük çocukların güvenliği, 4+4+4’ün risk yarattığı alanlardan birisi. Bu sorunları gidermiş okullar olmakla birlikte pek çok okulun yaz döneminde lavabolar, merdivenler ya da okul bahçesindeki düzenlemeleri hazır edecek ne zamanı ne kaynağı oldu. Buna küçük yaş gruplarının daha fazla bireysel desteğe ihtiyacı olduğu ancak öğretmenlerin de daha fazla öğrenciden sorumlu olacakları gerçekleri eklendiğinde gördüğümüz resim çok iç açıcı değil. Kamuoyundaki tartışmalar daha çok 60 aylık çocukların okula devamı ve fiziksel ortamların buna uygun olup olmadığı üzerineydi. Aslında risk altındaki yaş grubu daha da geniş. Umarız bu risklerin farkında olarak, Boz Ailesi’nin ve çocuk hakları alanında çalışan örgütlerin taleplerine yanıt verecek düzenlemeler en kısa zamanda yapılır.
Herkese engelsiz bir hafta diliyorum…
YORUMLAR