Saldırganlığın altındaki hayal kırıklığı
Kardeşimin evinde kahvaltıdayız. Irmak kuzeni ile keyifli bir oyun içinde. Ancak artık gitme vakti. Kendimce heyecanlıyım kızımla o gün baş başa bir gün geçireceğiz diye. "Hadi Irmak gidiyoruz" diyorum. "Tamam anne, şunu da koyayım" diye Kaan'ın odasına giriyor. Ben de arkasından gidiyorum. Hatta dağılan odayı biraz toplama telaşındayım. O sırada kardeşimin eşi portakal tabağı ile geliyor odaya. Kuzeni 5 parça alıyor tabaktan ve Irmak sadece 3 parça kaldığı için ağlayarak diğer odaya koşuyor. Sevecen anne kıvamında yanına gidiyorum. Ancak bir süre sonra içimde portakal konusunu anlayacak hiçbir hoşgörü kalmadığında, ses tonum kızgınlığa doğru yükseliyor. Irmak o an bir eli ile gözyaşlarını silerken diğer eli ile beni itmek istiyor.
Ve "Böyle olmaz!" diye bir başka yüksek ses daha çıkıyor içimden. Irmak masanın altına doğru kaçıp "Konuşma, sus!" sesleriyle kulaklarını kapatıp ağlamaya devam ediyor. O sırada kardeşimin eşi masanın altındaki kızıma şefkatli bir ses ile seslenip 3 portakal hesabını anladığını gösteriyor. Bir başka portakal sunması ile konu kapanıyor. Irmak yanıma gelip Kaan'la olan oyunu hakkında bir kaç söz söyleyip oyuna geri dönüyor. “Benle mi gelmek istersin yoksa bugünü Kaan'la oynayarak mı geçirmek istersin?” soruma; "Anne ben Kaan'la oynayacağım!" diye cevap veriyor. Ve ben Irmağı kuzeni ile oynamaya bırakıp kardeşimin evinden tek başıma çıkıyorum.
Yalnız başıma yürürken ve içten içe “Ben de bugün yarım kalan işlerimi hallederim” diye kendimi avutmaya çalışırken gözlemleyen parçam ortaya çıkıveriyor. Ve kendime soruyorum:
Hangi duygudayım, şu an gerçekten içimde neler oluyor?
Bu bir kaç dakikalık kendi kendimle durma hali ile beni içine alan duyguyu fark ediyorum: Portakal konusunu ele alma hareketimin işe yaramaması ile başlayan, Irmağın beni itmesi ile tırmanan ve şimdi o evden onsuz çıkmam ile tüm hücrelerime yayılan hayal kırıklığı.
Duygular arasında en az dokunduğumuz, en az anladığımız ve belki de en çok karşımıza çıkan bu duygu nereden geliyor! Tüm canlıların yaşadığı bir duygu olan hayal kırıklığı nasıl da çoğu zaman öfke ile karışıyor.
“Çocuklarda saldırganlığa neden olan öfke değil, aslında hayal kırıklığı” diyor Dr. Gabor Maté. İlk olarak 1800'lerde Avusturyalı psikanalist Otto Rank incelemiş hayal kırıklığının saldırganlığa dönüşme konusunu. Eğer saldırganlık bir hayal kırıklığı sorunu ise bir şeyin istediğimiz gibi olması için değil, istediğimiz gibi olmamasından dolayı saldırıyoruz. Ve saldırganlık ister küfür, ister ısırma, ister vurma, ister kötü söz söyleme şeklinde çıksın ortaya; küçük çocuklarda daha çok görülmesinin sebebi beynin üst fonksiyonlarının henüz inşa halinde olmasından kaynaklanıyor. Biz büyüklerin saldırgan halinin açıklamasını ise tetiklenen ön lobun kapanıp ilkel beynin kısıtlı işlevini anlatan beyin araştırmalarında bulabiliriz.
Değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabul edemediğimizde çıkıyor bu duygu karşımıza. Ve en çok da sevdiğimiz insanlara karşı yaşıyoruz hayal kırıklığını. Küçük çocuklar için hayat o kadar çok değiştiremeyeceği şeylerle dolu ki... Eve gelen kardeşi geri gönderemiyor. O resmi istediği gibi çizemiyor. Annesinin işe gitmesini engelleyemiyor, istemese de o bakıcı ile kalmak, ve o kreşteki öğretmene alışmak durumunun dışına çıkamıyor.
Beyin değiştiremeyeceği şeyleri anlayıp kabul etme hali ile olgunlaşıyor. Gözyaşları ile bulduğum yer ise saldırganlıktan üzülmeye geçiş. Böylece bir duyguyu anlama ve tolere etme kapasitesine sahip oluyorum. Bunu da ancak duyulduğumu, görüldüğümü, anlaşıldığımı hissettiğim biri ile yapabiliyorum. Kardeşimin evinden çıktığımda güvenli bir ilişkim olan biri; "Bugünün planını yapıyordun kaç gündür. Irmakla baş başa bir gün geçirmek istedin. Onun için bir sürü şeyi iptal ettin. Kolay değil anne olmak, kolay değil bugünü heyecanla bekleyip sonra gerçekleşmediğini görmek" diyerek elimi tutsa, bir kaç damla yaş akacak gözümden. Ve sanırım o zaman görüldüğümü, anlaşıldığımı hissettiğim o yerde, bunu kabulleneceğim başka bir hale geçebilir ve belki de geri dönüp Irmakla farklı bir diyaloga girebilirdim. Ama böyle olmadı.
Bir yetişkin olarak benim beynim aynı anda pek çok duyguyu anlayacak yerden bakabilirken ve buna rağmen bu kadar zorlanırken Irmağın iç hali nasıldı bu sabah? Peki onun beyninde neler oldu? 6 yaşındaki bir çocuk "Hadi gidiyoruz!" dememle birlikte benim verdiğim gitme kararını tolere edecek bir hal aranırken; portakaldan istediği kadar dilim alamaması, hayal kırıklığı duygusunu çıkardı açığa. Bu duyguyu saldırganlık yerine üzüntüye dönüştürecek göz yaşlarını buldu o arada. Ancak onu anlayan, seven, güvende hissettiren annesi olarak ben, o an, onun göz yaşlarını anlamak yerine kendi hayal kırıklığımı ona yansıttım. Ve Irmağın duygusal beyninin taşması beni itmesi ile sonuçlandı. Ve benim bunun karşısında onu daha da güçsüz hissettirme halimle, kulaklarını kapatarak, kaçarak baş etmeye çalıştı. Ve kardeşimin eşinin portakal ile ona güç kazandırması, zaten göz yaşlarını bulmuş bir çocuk için olayı, sihirli bir değnek değmişçesine hemen sona erdirdi.
Büyüme tıpkı bir REM uykusu gibi. Uykunun durma hali gibi çocuğun da gün içinde yaşadığı hayal kırıklıklarında durmaya ihtiyacı var. Ve bu durma; içindeki değiştiremeyeceği şeyleri kabul etmesine yardımcı olacak bir duygu düzenlemesi. Bir başka deyişle gözyaşları ile gelen olgunlaşma. Ve bu ancak güvenli, sevgi dolu, anlaşıldığı hissini veren bir ebeveyn yardımı ile oluyor. Eleştiri, yargılama varsa büyüme olmaz. Çocuğum "Anne sen kötüsün, aptalsın" dediğinde beyni aynı anda hem beni sevdiği hem de o an bana kızdığı duygusunu barındırabilecek yapıda olmadığı için böyle. Ancak bu saldırgan hal içinde onun gözyaşlarını bulmasına yardım etmek onun ön lobunu olgunlaştırıyor. Bunu da ancak ebeveyn olarak onun duygusunda -değiştirmeden, eleştirmeden, yargılamadan- sadece durarak yapabilirim. Büyüme, bu hiç bir şey yapmama halinin sınırlarında oluyor. Ancak o an benim sistemim duracak halde değil ise; örneğin ilişkiden kopuyor, küsüyor ya da donuyor isem çocuğumun sistemine yardımcı olmuyor tam tersi tetikliyorum. Dışarıdan durma gibi gözüken o hale yakından baktığımızda gördüğümüz, sabretmeye çalışan ve bu nedenle içindeki tüm kaslar dahil her tür hali sıkmış ya da kapatmış bir ebeveyn. O zaman karşımda saldırganlığı daha da artan ya da kulaklarını kapatarak kaçan bir çocuk görmem gayet doğal.
Sabretmek bir ebeveynlik şekli değil. Eğer sabrediyorsam kendi iç hallerime dikkat etmiyorum demek. Bu da başka bir yazının konusu. Ebeveynlik bir ekip işi. Ne kadar yalnız, ne kadar günlük hayatın yorgunluğu içinde kaybolmuşsak ebeveyn olmak da bir o kadar zor. Kendi hayal kırıklıklarımı, kendi iç yargılamalarımı, kendi donmalarımı onarmadan çocuğumun duygularına şifa olamam.
Sevgiyle
YORUMLAR