X

Olmuyor.


Bilgisayarın başına geçiyorum, yazamıyorum. Buradaki köşemi yazamıyorum, diğer sitelere yazamıyorum, bloğuma yazamıyorum, yeni başladığım sonbaharda çıkacak kitabıma kelime ekleyemiyorum. Not alıyorum aklıma gelenleri, fakat cümle kuramıyorum.


Kulağım ağrıyor. Kendimi sıkmaktan boğazım ağrıyordu, şimdi kulaklarım çınlıyor. Öyle bir ağrı ki kulağımı kesip atasım geliyor. Dişlerimi sıkmaktan olduğunu biliyorum. Boğazımdaki yumrunun etkilediğini de…


Anneannem gittiğinden beri kalbim de ağrıyor. Canım acıyor. Ben kendimi her zaman “Allah sıralısını versin. Bak ne güzel, 82 yaşını gördü, kaç torun çocuğu gördü” diye sakinleştirmeye çalışsam da, ölüm gerçeğinin zaten her zaman farkında olsam da canım acıyor. Bir başkasının “bak, kaç yaşındaymış” demesine tahammül edemiyorum. Acıların karşılaştırılmasını istemiyorum. Çünkü zaten farkındayım. Zaten biliyorum. O sırada duymak istediğim sadece “yanındayım” kelimesi. Daha kötü bir senaryoyu dinlemek istemiyorum. ÇÜNKÜ BİLİYORUM VE ZATEN ASLA AKLIMDAN ÇIKARMIYORUM.


Ben de annemin karşısına geçip sürekli şükretmesini mi söyleyeyim? Canı acıyor kadının. Elleriyle uğurladı annesini son nefesinde. Zaten herkes farkında hayatın acımasızlığının. Hep terapistimin sözleri kulaklarımda. “Önce küçük resme bakıp üzül, sonra büyük resme bak ve şükret.” Neyi fark ettim biliyor musunuz? “Allah beterinden korusun” demekten üzüntümü yaşayamamışım.


Bir anda akıyor göz yaşlarım… Annem dedemi alıp döndüğünden beri ona gidiyorum her gün. Bir şey de diyemiyorum. O benim yanımda tutuyor kendini ben onun yanında tutuyorum. Doğru mu bu? Hayır. Ona sarılarak uyumak isterken, aslında yanına gitmemem gerektiğini fark ettim. Belki benim de biraz yorgan altında ağlamam gerek. Evde iş yaparken, başka bir şey yaparken…


Çünkü o benim anneannem değildi. Aramızda inanılmaz bir bağ vardı. Teyzemdi, en yakın arkadaşımdı, akıl danıştığımdı sırdaşımdı, en çok görüntülü konuştuğumdu… Ve özlüyorum. Görüntülü konuşmayı özlüyorum, yanına gitmeyi özlüyorum her an evine gidebileceğimi bilmeyi özlüyorum. Özlüyorum. Biz gittiğimiz zaman yaptığı tavuk–pilavı, zeytinyağlı dolmayı özlüyorum.


İşte bütün bunları yaşarken de başka bir şey duymak istemiyorum.


Evet hayatıma devam ediyorum. İş de yapıyorum, gülüyorum da, kızımla da oynuyorum, arkadaşlarımla da buluşuyorum.


Fakat o boğazımdaki düğüm hiç geçmiyor. Sonra yukarıda yazdığım gibi kulağımı sızlatmaya başlıyor.


Sabahları yataktan kalkmak istemiyorum. Gidiş anı aklımdan çıkmıyor. Son gördüğüm yer de. (Bir önceki yazımda anlatmıştım.)


Vicdanım çok rahat demiştim ama sanki hep bir şey eksik, veda edememişim gibi geliyor.


Oturduğum yerden birden kalkıyorum.


Ayaktayken birden oturuyorum.


Dizi izlerken kapatıp evden çıkıyorum.


Uykudan uyanıyor minnak evde turlamaya başlıyorum.


Telefonda konuşurken sıkılıp kapatıyorum.


Kimseye anlatmak istemiyorum, konu açılınca hemen başka konuya geçiyorum.


Arkın’la bile konuşmak istemiyorum bazen. Beni anlamayacakmış gibi geliyor.


İşte o yüzden yazamıyorum.


Belki de şimdi yazarak iyileşiyorum.


Belki haftaya başka bir şey yazarım.


Belki takılır kalırım.


Kızmazsınız, değil mi?


Çünkü bilgisayarın başına geçince, kendimi tutamıyorum…


Ve evet kulağım hâlâ çok ağrıyor.