Durmak ve izlemek için bir mola: Sonbahar
Bir önceki yazıda yaz mevsiminden ve vedalardan bahsettikten sonra sonbahara geçiş yapmak kaçınılmaz oldu... Sonbahar, bize ateş renkleriyle büyüleyici manzaralar sunmasına rağmen hüzün duygusuna davet gibi algılanır ve adeta yaza veda etmiş olmanın yasını tutmamıza ortam hazırlar. Yeşiller yavaş yavaş sarıya, bazen kırmızıya döner, günbatımı bu renklerle daha da anlamlı görünür ve sonunda her şey kahverenginin tonlarına kavuşur. Bundan sonra büyüleyici manzaralar biter; ortalığı uçuşan kuru yaprakların çıtırtısı, rüzgarın uğultusu, yağmurun sesi kaplar...
Hemen yaz sonrasında nereye baksak gözümüze ilişecek büyüleyici renkler, bizi gün ışığını daha az göreceğimiz günlere hazırlar adeta... Bütün bu manzaralar, serin günler başladığında aklımıza geldikçe içimizi ısıtacak görüntülerdir; kıymetini bilmeli ve bol miktarda depolamalıyız. Zira hava şartları giderek konfordan uzak hale gelecek ve yaz mevsiminde alıştığımız rutinin dışında enerji harcamamız gerekecektir.
İnsanların ruh hali de doğaya uyum sağlar ve sonbaharla birlikte depresif haller (uyuma/uyanma güçlükleri, halsizlik, isteksizlik) dalgınlıklar, konsantrasyon güçlükleri ve enerji düşüklüğü ortaya çıkabilir. Bu dönem bedenimizin yeni yaşam koşullarına alışma dönemidir; biraz da ayakların (yaza doğru) geri geri gitmesidir... Aslına bakılırsa bu haller biraz da içinde yaşadığımız yüzyıla özgü hallerdir çünkü çok daha eski yaşam koşullarında depresif semptomların ortaya çıkması için mevsim geçişlerinden çok fazlasını yaşamak gerekiyordu. Elektriğin, suyun, doğalgazın, teknolojinin bu seviyelerde olmadığı zamanda insanlar daha çok fiziksel olarak zorlanırken günümüzde daha çok psikolojik açıdan zorlayıcı şartlara maruz kalıyorlar. Bana kalırsa bu şartlarda fırsat bulup da yapabildiğimiz ve genelde yaz aylarına denk gelen 15-20 günlük “dinlenme” süreleri, bu sürekli baskı altında hissetme halimizden arınmak için yeterli olmuyor. Üstelik traji-komik biçimde bu kısa süreyi de “az zamanda çok fırsat değerlendirme” baskısı altında geçirdiğimiz için dinlenmek/arınmak bir yana, daha çok yorulmuş halde rutin hayata geri dönüyoruz.
Bu nedenle sonbaharın “sadece kısa bir süre için ve limitli kontenjanla” sunduğu renk ve manzara şölenlerini de içimize sindire sindire, keyifle şahitlik ederek izlemeli ve kendimize bunun için fırsatlar yaratmalıyız. Bu fırsatlarda önemli olan ağır ağır, derin nefesler alabilmek ve sadece doğaya şahitlik etmek olmalı. Aslında sonbahar, sadece durmayı ve izlemeyi başarabilmek için bir moladır; bu molada o renk cümbüşünün bize anlatmak istediği şudur: Tabiat usulca dinlenmeye çekilmektedir çünkü kış koşullarına hazırlanmak ve sonra tekrar canlanabilmek için buna ihtiyacı vardır. Bu mesajı alıp uygulamaya geçirebilirsek, nispeten aktif mevsimlerin yorgunluğunu değil, daha çok dinlenme ihtiyacımızı algılar ve bedenimizin sinyallerine uygun biçimde günlük rutinimizi hafifletmenin yollarını ararız.
Sonbaharı hüzünle değil, sakinlik ve huzurla geçirebilmek için hayatın yavaş aktığı aralar verebilmeliyiz. Haftada birkaç kez 1-2 saatliğine bunu yapmayı başarabilirsek, bedenimiz de ruhumuz da ihtiyacı olan enerjiyi depolayabilir ve yukarıda bahsettiğim depresif semptomları da daha az hissederiz. Bedensel ve ruhsal ihtiyaçlarınızla daha çok bağlantıda olduğunuz, dinlenmeye zaman ayırabildiğiniz, keyifli ve huzurlu bir sonbahar diliyorum...
YORUMLAR