HT Hayat Anasayfa Adelpha’nın Mutfağı - Bölüm 14 | Hayatın Sesi

Rüya’yla Ayvalık’a geldik. Annem akşam yemeğini hazırlamıştı. Yemekte malatura vardı. Etlerini ayıkladım. Annem tuhaf tuhaf yüzüme baktı.

“Neler oluyor Ferzan? Çocuklaşma.”

“Ben de bilmiyorum anne, hayvanları yiyemiyorum artık.”


Annem şaşırdı ama bir şey demedi. Maltızı dışarı çıkarmıştık. Bahçedeki divanda çay içiyorduk. Rüya bütün akşam iyiydi. Yemekten sonra mutsuzlaştı. Tadı kaçtı.


“Anne, ben babamı özledim.”

“Rüyacığım, ne konuşmuştuk ama?”

“Babam da gelsin.”

“Sen büyüdün artık. Baban çalışıyor, biliyorsun. Tatile çıkınca gelecek ama daha var. Bak ne güzel okulun kapandı. Yarın sana bisiklet alacağız. Anneanne ve neneki burada. Çok güzel yemekler yedik. Mutlu olmamız lazım. Değil mi, canım?”


Rüya gelip bana sarıldı. Hemen yanımda koltuğunda oturan anneannem Rüya’nın sırtına gelen saçlarını okşamaya başladı.

“Canım bak, neneki ben senin yaşındayken saçlarımı örerdi biliyor musun? Hadi, seninkileri de örsün.”


Rüya’ya bir minder uzattım. Anneannemin ayaklarının dibine oturdu. Saç fırçası getirdim. Anneannem Rüya’nın saçlarını taramaya başladı. Rüya göz yaşlarını sildi. Anneannem önce Giritçe bir mâni söyledi. Sonra Türkçe’sini. Hemen telefonumun ses kaydını açtım. Bir yandan defterime not alıyordum.


“Otân îme amonahôs Krîti se siloğûme, Çe me ti şçêpsi sidrofyâ sihnâ pariğorûme. Yalnız kaldığım zaman Girit seni düşünürüm. Düşüncemle birlikte hep teselli bulurum. Sene 1950. Ah, evladım. Adelpha ile bir lokantamız var. Alsancak’ta. Velhasıl annen daha yoktu ortalıkta. Hasan’dan başka çocuğum olmayacak sanıyordum. Otuz iki olmuştum. Adelpha’nın iki çocuğu vardı. Anatoli ve Yorgo. Daha Yunan’a dönmemişlerdi. Beraber lokantada yemekler yapardık. Birbirimize bildiğimiz tarifleri öğrettik. Ben Girit yemekleri yapardım. Adelpha fevkalade bir insandı. Ah, Adelpha… Ah, Krîti… Ne güzel günlerdi. Mukadderat çocuğum, mukadderat. Hep o gözü dönmüşlerin yüzünden gitti Adelpha.”


Anneannem iç geçirerek Rüya’nın saçlarını taramaya devam ediyordu. Annem anlatmaya başladı.


“Sana anlatmıştım Ferzan. 6 Eylül 1955’te Alsancak’taki dükkânı yağmalamışlar ve Adelpha’nın evine saldırmışlar. Adelpha çok korkmuş, geceleri uyuyamamaya başlamış. Sonra ailesiyle birlikte Faliro’ya göçmüş. Dükkân uzun süre boş kalmış. Anneannen lokantayı Urla’ya taşıyıp yıllarca yalnız başına işletti. Deden terzilikten arta kalan zamanında yardım ediyordu ona. Ben on yaşındayken de öldü, biliyorsun. Anneannen 80’lerde bana devretmek istedi lokantayı ama ben cesaret edemedim. Lokanta işletmek zor iş. Bak sana Adelpha ile tanışmalarını anlatayım… 1940’ta bir meyhanede tanışıyorlar. Anneannen o sırada orada mezeci. Adelpha eşi Dimitris’le oraya geliyor. Anneannen masalarına uğruyor. Adelpha iş aradığını söylüyor. Lokantada iş yok. Sohbet ediyorlar, arkadaş oluyorlar. Aylar geçiyor. Anneannen Alsancak’ta bir dükkânı kiralıyor. Adelpha’yı arıyor. “Gel, beraber çalışalım.” diyor. Adelpha’nın biraz parası var. Gerekli eşyaları ortak alıyorlar. Adelpha’nın Mutfağı’nı açıyorlar. Tam on beş yıl, 1955’te Adelpha Yunanistan’a gidene kadar beraber işletiyorlar lokantayı… Allah rahmet eylesin. Adelpha öleli yakında üç yıl olacak.”


Dinlerken anneannemin gözleri doldu. Cebinden mendilini çıkardı, göz yaşlarını gizlemeye çalışarak için için ağladı. Anneme daha fazla anlatma anlamında bir işaret yaptım. O da sustu. Rüya oturduğu yerden kalktı. İki tane örülmüştü saçı.


“Rüyacığım, ne güzel oldu saçların. Nenekiye teşekkür et, hadi.”


Rüya anneannemin ellerinden öptü. Sarıldılar birbirlerine. Saat ona geliyordu. Anneannemin yatma saati gelmişti. Koltuğundan kalkmaya çalışırken koluna girdim. İçeri götürdüm, yatağına yatırdım. Yanaklarından öpüp iyi geceler diledim. Bahçeye, annemle Rüya’nın yanına döndüm. Divanda oturmuş haşlanmış mısır yiyorlardı. Ben de tabaktan bir tane aldım. Kafam bir şeye takılmıştı.


“Anne, lokantanın isminde neden anneannemin adı geçmiyor?”

“Neneki kendini hep geri planda tutmayı severdi Ferzancığım. Bir de ben yemek yapmayı Adelpha’dan öğrendim derdi. Kendi istememiş yani.”

Rüya ağzından mısır tanelerini saçarak sordu.

“Anneciğim, yarın bana bisiklet alacağız değil mi?”

“Evet, canım.”

“Mavi olabilir mi?”

“Olur tabii, neden olmasın?”


Huzurluydum. Rüya alışacaktı Ayvalık’a. Çok da sevecekti. Biliyordum. Hava serinlemişti. İçeriye girdik. Rüya pijamalarını giydi, tabletini alıp yatağın içine girdi. Birkaç bulaşık vardı, onları makineye yerleştirdim. Annem odasına geçti. Ben de oturma odasındaki kanepeye yatak hazırladım. Adelpha ile anneannemi düşünürken uyumuşum. Sabah uyandığımda anneannem kucağında bez bir torbayla karşımda oturuyordu.


“N’oluyor neneki?”


Hiçbir şey söylemedi. Eliyle yanına çağırdı beni. Torbayı kucağıma koydu. Bez torbanın ipini çözdüm. İçinde mektuplar vardı. Gönderen kısmına baktım. Adelpha Aslanidis yazıyordu. Faliro’dan gelmişti. Anneannemle göz göze geldik. Bir baş hareketiyle “aç” dedi bana. Mektuplardan birini açtım. Okumaya başladım.


2 Ekim 1957

Canım Perihan,

Aylardır burnumda tütüyorsun. Sana bir iyi, bir kötü haberim var. Dimitris sokakta fotoğraf çekmeyi bıraktı, nihayet dükkân açtı. Mamafih ben çalışmıyorum. Bir muvazene tutturduk, gidiyoruz. Kötü haber, Dimitris’in dükkânına giren iki Yunan, Türk tohumu evine dön diye bağırıp çağırmış. Yüzü kireç gibi geldi eve. Ne oldu dedim, sonra anlattı. Ne olacak bilmiyorum. Behemehal dayanıyoruz. İzmir’i, seni, çocukları çok özledim. İdil nasıl? Öp benim için. Anatoli de şifayı kapmış, sorma. Gece ateşten hiç uyumadı yavrucak. Ben de başında oturdum, ne yapayım? Sirkeli su koydum eklemlerine. Sabaha karşı indi ateşi. Şimdi uyuyor. Seni merak ediyorum. Urla’daki lokantada işler nasıl? Yaz bana, anlat. Son yazdıklarını defalarca okudum. En çok rağbet gören yemek hangisi? Merak ediyorum. Ah, keşke orada olabilseydim. Dimitris’in selamı var. Gözlerinden öperim.

Hasretle,

Adelpha


1955’te lokanta yağmalandığında Adelpha ve anneannemin yaşadıklarını düşündüm. Korkunç bir şeydi bu. İnsanlardan Türk olmadıkları için böylesine nefret etmek. Akıl alır gibi değildi. Sonra da Atina’da aynı şeyleri yaşamışlardı. İnsan kendinden farklı olana saygı duymayı ne zaman öğrenecekti? Ne çok kötülük vardı. Adelpha doğup büyüdüğü memleketinden, en yakın dostundan uzak kalmıştı. Hasret içinde ölmüştü… Elimde mektup, dalmışım. Başımı kaldırdığımda anneannem yoktu, içeriye gitmişti. Mektupları orada bırakıp bahçeye çıktım.


“Nereye kaçtın neneki? Ne güzel okuyorduk mektupları.”

“Acıktım.”


Anneannem başını önüne eğdi. Acıktığı için mi utanmıştı yani? Hayır. Adelpha’dan bahsedilince kötü oluyordu ama onu hiç aklından çıkarmıyordu. Annem mutfaktaydı, ona yardıma gittim. Kahvaltılıkları bahçeye getirdim. Anneanneme sütlü ekmeğini verdim. Rüya geldi. Kahvaltı ediyorduk.


“Anne, bisiklet almaya ne zaman gideceğiz?”

“Kahvaltıdan sonra çıkarız.”

“Yaşasın!”


Rüya’yla ona bisiklet almaya gittik. Bisikletimin arkasına attım onu. Eve iki bisikletli olarak döndük. Hemen dönmedik. Sokaklarda dolaştık. Buz gibi reyhan şurubu içtik. Yaz gelmişti ama tatilciler henüz Ayvalık’a akın etmemişti. Rüya yeni mavi bisikletiyle çok mutluydu. Eve döndüğümüzde annem yine mutfaktaydı ve ne yemek yapacağına karar veremiyordu. Bu sefer geç kalmamıştım, kollarımı sıvadım. Evde Girit kabağı vardı. Hemen yemeğini yapayım dedim. Bol sarımsaklı ve domatesli. Annem de salata yaptı. Rüya illa makarna istedi. Spagetti yaptım. Kendime bir kadeh rakı koydum. Yemekten sonra kalan rakımı alıp mektupların başına geçtim.


3 Mayıs 1960

Canım Perihan,

Nasılsın? Umarım afiyettesindir. Mektubunu hasretle okudum. Burada, çalıştığım lokantada bir arkadaş var. Filomena. Çok iyi dost olduk. Ona hep senden bahsediyorum. Gitsene İzmir’e deyip duruyor. Nasıl gelinir, çok zor. Oysa ne kadar yakınız, değil mi? İzmir şurası. Anatoli ve Yorgo’yla evde Türkçe konuşuyoruz ama pek dinlemiyorlar. Okul hep Yunanca tabii. Haddizatında çocuklar Atinalı oldu. Faliro çok güzel ama ben hâlâ İzmirliyim. Tahayyülle yaşıyorum. Senin çocuklar nasıl? Bâki Bey iyiler mi? Selamlarımı söyle. Dimitris çocuklarla bir fotoğrafımı çekti. Zarfa iliştirdim. Gözlerinden öperim.

Hasretle,

Adelpha


Mektubun içinden çıkan fotoğrafa baktım. Fotoğraf stüdyosunda çekilmiş, siyah beyaz bir fotoğraftı. Adelpha’nın üzerinde açık renk, bebe yakalı, uzun kollu bir elbise vardı. Çocuklardan biri hasır sandalyede oturuyordu, diğeri Adelpha’nın kucağında. Arkada bir kır manzarası vardı. Uzun uzun baktım fotoğrafa. Arkasını çevirdim. Adelpha, Anatoli, Yorgo - Nisan 1960 yazıyordu. Bir ay olmuştu çekileli. Adelpha çok güzeldi. Dalgalı saçları omuzlarına değiyordu. Büyük olan Anatoli olmalıydı. O gülümsüyordu, Yorgo donuk bakmıştı. Rüya oturma odasına girdi.


“Ne yapıyorsun anne?”

“Hiç. Adelpha teyzenin nenekiye yazdığı mektupları okuyorum canım. Sen n’apıyorsun?”

“Sıkıldım.”

“Gel, beraber okuyalım istersen.”


14 Kasım 1980

Canım Perihan,

Memlekette olanları meyus bir halde takip ediyoruz. Umarım mektubum eline geçer. Sana güzel bir haberim var. İkinci torun geldi. Berceste bir kız. Elefteria koyduk ismini. On bir aylık oldu bile. Dimitris her gün fotoğraflarını çekiyor. Sana bir tane yolluyorum. Takis’in kucağında. Abisine nasıl da bakmış kerata. İdil, Akasya, Defne nasıl? İdil’in bebeği Ferzan iyi mi? Öp yavrucağı benim için. Mektubunu bekliyorum. Hepinizi gönülden kucaklıyorum. Gözlerinden öperim.

Hasretle,

Adelpha


Rüya heyecanla yerinde zıpladı.

“Aa senden bahsediyor anne.”

“Evet, canım.”

“Anne, bir şeyler yapalım.”

“Ne yapmak istersin Rüyacığım?”


Rüya ona kitap okumamı istiyordu. Kendi kendine okumasının daha iyi olacağını söyledim. Suratını asarak da olsa kabul etti. Odasına gitti. Aklım Adelpha’daydı. Adelpha’nın mektuplarının hepsini okudum. Defterimi çıkardım. Anneannemle Adelpha’nın hikâyesini yazmaya başladım. İçim ezildi ama iyi geldi yazmak. Elimden başka bir şey gelmiyordu…


Rüya’nın yanına gittim. Kitap okurken uyuyakalmıştı. Anneannem çoktan yatmıştı. Annem odasında uzanıyordu ama ışığı açıktı. Yanına kıvrıldım.

“Anne, anneannemler Girit’ten göçerken vapurla gelmişlerdi, değil mi?”

“Evet canım, Gülcemâl vapuruyla.”

“Adelpha’ya yazdığı mektupları sen mi yazdın? Okuma yazması çok iyi değil diye biliyorum ben.”

“Gençken kendisi yazıyormuş. Sonra o söyledi, ben yazmaya başladım. Biliyor aslında ama yavaş yazıyor. Annesiyle babası kardeşine baksın diye ilkokuldan sonra okuldan almışlar nenekiyi.”


O gece annemle uyudum. Sabah Rüya yarı uykulu yanımıza geldi. “Babamı rüyamda gördüm, ne zaman gelecek?” diye mızmızlandı. Duymazdan geldim. Ayrılığa alışmalıydı. “Bak, bugün bisikletle gezmeye gideceğiz.” filan diyerek oyaladım. Sonra bir saat daha uyumuşuz. O sürede ben de rüya gördüm. Başımda tefini çalan şamanı. Geceydi. Bir çam ormanındaydım. Dolunay vardı. Bu sefer ateşin etrafında dans etmedim. Bir ceylan geldi, tam karşımda durdu. Çok yakınımda. Tüyleri ay ışığında parlıyordu. Şaman gizemli sözlerini mırıldanırken ceylan gözlerimin içine baktı uzun uzun. Bakıştık. Sonra zarifçe sekerek gitti…


Bir sonraki bölüm 21 Aralık Pazartesi...


Önceki bölümler...

















YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.