Yaz, sıcak. Aylardan temmuz mu, yoksa ağustos mu bilmiyorum. Çok küçüğüm. Annem “Hadi babanla denize gidin biraz” diyor. Çoğu şeyi hayal meyal hatırlıyorum. Evden çıkışımızla geri dönüşümüz kayıp meselâ. Küçük siyah mayomu giydiğim kabininin nemli kokusu ile pürüzlü taşlarının ayaklarımın altında bıraktığı his belli belirsiz. Babamın, kabinin altındaki geniş boşluğa vuran gölgesi de öyle. “Tamam mı kızım? Giydin mi?”
Babamın kucağındayım. Beni suya bırakıyor. Açık seçik olan, bundan sonraki dakikalar. “Yüzme öğreteceğim kızıma.” Suyun altı bulanık, irili ufaklı yosun parçaları hareket ediyor. Çıkmak istiyorum. Babam iki eliyle beni suyun içinde tutuyor, çıkamıyorum. Tuzlu su burnumdan içeri doluyor, genzim yanıyor. Nefessiz kalıyorum. Çırpınıyorum. Babam yüzmeyi o şekilde öğrenemeyeceğimi anlamış olacak ki beni çıkarıyor. Suyun üzerindeki aydınlığı idrak ederken öksürüyorum. Yuttuğum suyu çıkarıyorum. Suda kalmak, olmak istemiyorum.
Bugün oldu, hâlâ iyi yüzemiyorum. Kendimi suya bırakamıyorum. Suyun içinde huzursuz hissediyorum. Geçmeyecek çocukluk travması değil de, sıra daha ona gelmedi.
Babamın tek vukuatı bu değil. Yine iki-üç yaşlarındayım. Çalıştığı yerin bahçesindeki çocuk yuvasının önünde bıraktı beni. “Bekle ben hemen döneceğim.” Onun gözden kaybolmasının ardından ortaya iki köpek çıktı. Hırlaya hırlaya, birbirlerine diş geçire geçire kavga etmeye başladılar. Ağlamaya başladım. Dalları yere değen sık ağaçların altında iyice küçüldüm. O anlarda aklımdan geçen “Beni yiyecekler” sözü bugün bütün canlılığını koruyor, tıpkı bana devasa görünen o dişleriyle beni nasıl yiyeceklerini hayal etmem gibi. “Babacım... Nerdesin? Gel, gel artık” diyen kısık sesimi de duyabiliyorum.
Bugün oldu, hâlâ köpeklerden korkuyorum. Üstelik yıllarca bir köpekle yaşamama rağmen. Yolda görünce yolumu değiştiriyorum. Dişlerine bakmak, hırıltılarını duymak istemiyorum.
İkisi de kalıcı izler bırakan hadiseler. Fakat ilginçtir babama hiç kızmadım. Onu hiç suçlamadım. Anneme yaptığı birçok şey için bitmek bilmez bir öfke duyduğum, onu her fırsatta suçladığım halde.
Üzerine çok düşündüm. Neden?
Bugün bu soruya cevap verebiliyorum. Babam yaptığı yanlışın, cahilliğin, düşüncesizliğin farkında değildi. Gerçekten düşünemediği, öngöremediği için öyle davranmıştı. Ve sonrasında gerçekten çok üzülmüştü. Sesinin düşen, çatallanan tonu, yüzündeki o pişmanlık, yaptığını düzeltmek ister gibi saçımı okşayışı. Hepsi yanlışını fark ettiğini, bunun için pişmanlık duyduğunu gösteriyordu. Bugüne kadar tanımlayamıyordum, ama bugün kelimelerle yorumlayabiliyorum.
Tıpkı annemin yaptıklarını de kelimelerle yorumladığım gibi. Annem, babamın aksine her şeyi düşünerek, öngörerek yapıyordu. Verdiği zarardan ötürü asla üzülmüyor, pişmanlık duymuyor, düzeltmeye çalışmıyordu.
Bence bize yapılan yanlışları affedebiliyoruz, eğer yanlışın sahibi eyleminin verdiği zararı kabul eder, gerçekten pişman olduğunu gösterirse. O gerçek pişmanlığı görürsek kin beslemiyoruz. Fakat bizi bile isteye örseleyen, bundan asla pişmanlık duymayan birini de affedemiyoruz. Ya da çok uzun süre affetmekte zorlanıyoruz.
8. bölüm 6 Şubat 2020 Perşembe www.hthayat.haberturk.com’da....
Önceki bölümler...
YORUMLAR