Asya’nın göz yaşlarıyla geçen bir saatin ardından kendine hemen bir komedi filmi açtı. Eskiden birkaç günü hatta bazen birkaç haftayı üzgün geçirebilirken, şimdilerde birkaç saate bile dayanamıyordu.
Film bitince mutfağa geçti ve telefonundan çiğ börek tarifi açtı. Hamarat biri olmasa da yaptığı yemekler yeterince rağbet görürdü. Bu böreği ilk Köyceğiz’de bir pansiyonda yemişti. Bir sabah pansiyonun avlusunda kendine gelmeye çalışırken, ufak tefek bir kadın yavaş adımlarla içeriye girmiş, gözleme yapılan yere yerleşmişti. Şalvarını göbeğinin üzerine kadar çekip hamur açmaya da yine aynı sakinlikle girişmişti. Gözlerini ondan ayıramayınca pansiyonun çamaşırcısı Sema, o günün gevezelik etme fırsatını kaçırmayıp yanına yanaşıvermişti.
Sema gizli bir şey söyler gibi fısıldayarak:
“Ayşe Hatun derler ona.”
“Sakin birisine benziyor.”
“Pek konuşmaz. 8’de gelir, 1’de gider.”
“Nerede yaşıyor?”
“Köyün öteki ucunda, tek odalı bir yerde yaşar. Aslında o odanın yanı başında kocaman bir evi var ama o ev kapalıdır.”
“Neden kapalı?”
“Kocası oduncuydu, on yıl önce üzerine tomruk düşüp öldü. Oğlu bu olaydan iki sene sonra nehirde akıntıya kapılıp boğuldu. Kızını da üç yıl önce, tam da gelin edeceğinden bir hafta önce yılan soktuğundan kucağında can verdi.”
“Olamaz!”
Kaldıkları süre boyunca her gün Ayşe Hantun’u izlemiş, avlunun sakin olduğu bir anda da yanına oturmuştu.
“Elinize sağlık. Yediğim en güzel börekti bu.”
Ayşe Hatun, elini göğsüne götürüp başını eğdi.
“Buralar çok güzel.”
“Güzel görmek isteyen, öyle de görür.”
“Siz nasıl görüyorsunuz?”
“Benim gözüm çoktan kapandı.”
“Anlattılar. Diyecek söz bulamıyorum.”
“Allah verir, Allah alır.”
“İnanın, dert saydıklarımdan utandım.”
“Herkesin derdi kendine, napcan işte.”
Fotoğraf: Tuğçe Özdeniz Arslan
Önceki bölümler:
YORUMLAR