Çocukları öldürebilenler...
Bazı insanlar kötüdür. Hayvanların canını yakarlar, nişanlısını, kafasını yere vura vura öldürürler. Çocukları kaçırıp, çeşitli işkenceler yapabilirler... Siz bu cümleleri okurken bile yüzünüzü buruşturuyorsunuzdur, içiniz eziliyordur, ama onların kılı bile kıpırdamaz... Görüyoruz işte. Bu senenin ilk yarısı henüz bitmeden 4 çocuğun canice öldürüldüğünün haberini aldık. Bazı insanlar bunu yapabilir. Bazıları yapamaz. Peki, aradaki bu farkın sebebi ne?
Çocuk cinayetleri ve bunu açıklama çabaları, iki sene önce okuduğum bir kitabı getiriyor aklıma. “Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk...” Bir çocuk psikiyatrı olan Bruce Perry, kitabında meslek hayatı boyunca karşılaştığı akıl almaz vakaları anlatıyor.
Hikâyelerden birinde aklı kıt bir kadının iki bebeği oluyor. İlki doğduğunda çevresinde ailesi, destek olacak yakınları var. Onların ilgisi ve bakımıyla bebek mümkün olduğunca iyi şartlarda büyüyebiliyor. Sonra taşınmak zorunda kalıyorlar ve kadın, çevresinin desteğinden yoksun kaldığı sırada ikinci bir bebek doğuruyor. Bu bebeğe bakamıyor, hiçbir ihtiyacını karşılayamıyor. Bebek yatağında ağlıyor, ağlıyor, kimse gelmiyor. Büyük çocuk (sağlıklı şekilde büyümüş olan) annesini alıp uzun yürüyüşlere çıkarıyor gündüzleri; bebek odasında insansız, oyuncaksız, sessiz, kendi kendine kalıyor. Ağlamalarına kimse yanıt vermedikçe ağlamamayı öğreniyor ve bu dünyanın güvenilmez bir yer olduğunu ve kendisinin değersiz olduğunu... Aslına bakarsanız “değer” nedir onu bile algılayamıyor... Bu çocuk bir şekilde büyüyor ve soğukkanlı bir katil oluyor...
Bu çok uç bir örnek tabii ki; lakin bir psikopat yetiştirmenin altın kurallarının sadece genlerde değil erken çocukluk deneyimlerinde de yatabileceğini gözler önüne seriyor. Perry’nin anlattığı üzere çocukluk yıllarında ihmalkârlık, sevgisizlik, zorbalık, duygusal ya da fiziksel şiddetle karşılaşıldığında bu yaşantılar son hızla gelişen beynin içine işliyor ve onu eksik bırakıyor ya da hatalı bir yöne doğru gelişmesine sebep oluyor. Yani insan olmak, kendini diğerinin yerine koyabilmek, diğerleriyle iletişime geçmek, birine dokunmayı sevmek, doğuştan gelen değil öğrenilen olgular.
Beyin ilişkiyle gelişen bir organ diyoruz ya, bu çocuk o ilişkileri ya hiç tecrübe etmemiş ya da marazlı tarafından tecrübe etmiş ancak. İşte bu çocukların beyninde sevgi, ilgi, empati, vicdan, acıma gibi bağlantılar oluşmuyor...
İşte bu yüzden böyle büyüyen çocuklar "kötü" insanlar olabiliyorlar. Caniler ve istismarcılarla ilgili incelemelerin çoğunda faillerin kendi çocukluklarında istismara, şiddete maruz kalmış oldukları bilinen bir gerçek. Sadece bu değil tabii...
Toplumsal çözüm ve çocuk koruma politikası şart
Ne biyoloji ne de psikoloji, canilik çemberini tamamlamak için kendi başlarına yeterli değil. Bir de toplumsal zemin var söz konusu olan...
Cinselliği hayatın bir parçası olarak kabul etmemekte direnen, ayıplar, günahlar üzerine kurulu bir kültür; erkek egemenliğin kadını hırpalamakla bağdaştığı, onurların cinayet vasıtasıyla temizlendiği, üstüne üstlük bütün bunların yapanın yanına kâr kaldığı bir sistemin getirileri şiddeti dalga dalga artırıyor...
“Toplum ailenin ailesidir. Eğer ailenin ailesinde çeşitli hastalıklar varsa, o zaman o kültürdeki bütün ailelerin aynı rahatsızlıkla baş etmeleri gerekecektir” cümlesindeki hakikati algılamak ve bu konuda politikalar geliştirmek gerek...
Aksi takdirde toplumdaki şiddet sarmalı gittikçe büyüyecek... Sadece çığlık atarak ya da çocuklarımızın tüm özgürlüklerini elinden alarak korunamayacağımız aşikâr. Her ailenin 3 çocuk yapmasını salık verenlerin bu çocukları korumak, kollamak adına da çabaladıklarını görmek istiyor insan...
YORUMLAR