İnsan olmanın kaçınılmaz muğlaklığı
Çocuğun insanın bilge hali olduğuna karar verdiğimden beri rahatladım. Bilmeyen, yapamayan yanlış ola bizleriz. Hem hepimizi toplasak zeka yaşımız 7’yi geçmiyor hem de asıl yaşı 6-7 olanlardan bir an önce büyümelerini bekliyoruz. Biz anda olmak üzerine meditasyon kurslarına para dökerken çocuklar anda olmasın diye elimizden geleni yapıyoruz. “Hadi” diyoruz mesela bir karınca kervanını inceleyen çocuğa; bir yere yetişmemiz lazım… İşte bu bilgiyle birlikte okul seçimindeki telaşımdan da kurtuldum. Şimdi evimi değiştirmem lazım; o ev değişince Uzay da seçeneklerim arasındaki en yakın olan okula gidecek. Böylece önemli bir kararın verdiği sorumluluğu coğrafi olanaklar ile bölüştüm ve gelecek sanki elimizde, kontrolümüzdeymiş gibi yanılgı içinde planlamaktan kurtuldum. Burası Türkiye, 8 sene sonrası nere?
**
“İnsan olmanın kaçınılmaz kaygısı” diyor elimdeki kitap. Tam olarak böyle bir duygu durumu hakim yaşadığımız iklime. Bir şehir 5 ayda 3 kere kana bulanabiliyor… Yas tutmaya da yastan çıkmaya da hakim değiliz kesinlikle; hatta üzülebilir halimiz kaldı mı ondan bile şüpheliyim.
**
Çalışma arkadaşlarımdan biri patlamadan yarım saat önce Güvenpark’ta olduğunu anlatıyor; gözleri akmayan yaşlarla buğulu. Biliyoruz bu patlama da, benzerleri gibi birkaç hafta içinde unutulacak. Sadece bir tarih ve insan sayıları kalacak akılda. Mikro yaşantılarımızın dertleri makro belirsizlikleri bastıracak. İstanbul’u teslim alan şiddetli lodos gibi bir şey olacak. Geldiğinde sıkıntı veren, geçtiğinde ise hayatı etkilemeyen. Kocamızla olan kavgamızı, evimizi satıp diğerini almaya olan hevesimizi, sabah bir türlü ilerlemeyen trafiği dert edeceğiz tekrar. Bugün ve yarın değil belki ama birkaç gün sonra. Ben yine çocuğunuza şöyle şöyle yapmayın diye yazacağım size. Mikro ya da makro hiçbir ölçekte ne kadar yaşayacağımızın garantisi olmayacağını dikkate almayacağım bunları yazarken. “Çilemizin gerçek sebebi durumumuzun kaçınılmaz belirsizliğine karşı direnmemizdir” diye devam ediyor kitap…
**
Daha birkaç hafta önce hiçbir sıkıntısı olmayan bir arkadaşım var. Ortalama dertleri olan ortalama bir hayat sürdürürken çok kısa bir zaman içinde epey ağır bir hastalıkla mücadele etmeye başladı. Çok kısa bir zaman içinde nasıl da ayağının altındaki zemin değişiyor insanın. Çocuğu var. Henüz çok küçük. Bu ani değişime ve onun getireceklerine nasıl alışılır? “İnsanın çilesi sürekli değişen dünyada ayaklarımızı sabit bir zemine basma çabamızın sonucudur…”
**
Hepimiz kırılganız ve bu kırılganlığımızı bir şeylerle örtmeye çalışarak yaşıyoruz. Kimimiz agresifleşiyor zayıf yanları ortaya çıkmasın diye, kimi mağduru oynuyor, kimi sürekli ötekini suçluyor… Biliyorum ki bunlar hep kırılganlıktan. Bu insanca yaşayamama hali; bu içeriden terör, dışarıdan savaş denebilecek yaşantılar hep henüz olamamışlıktan. “İnsanlar ne tam olarak tutsak, ne de tam olarak özgürler, uyanma içerisindeler, geçişteki varlıklar insanlar."
**
Geçen haftaki röportajında astronot Anousheh Ansari şöyle demişti: “Uzayda 11 gün kaldım. Oradan bakınca her şey küçük ve önemsiz görünüyor, hayattaki öncelikleri fark ediyorsunuz. Harita üzerinde çizdiğiniz ve adına sınır dediğiniz şeylerin aslında var olmadığını görüyorsunuz.” İnsan olmanın kaçınılmaz muğlaklığı ile nasıl yaşanır?
**
YORUMLAR