Nasıl konuşuyorsak öyle yaşıyoruz
Kelimeler dünyayı nasıl algıladığımızın birer aynası. Nasıl konuşuyorsak öyle yaşıyoruz. Peki ya yanlış konuşuyorsak… O zaman bu yanlış yaşadığımız anlamına mı gelecek?
**
Bağışıklık sistemini ele alalım. Kendimi bildim bileli alyuvarlar ve akyuvarlar beni hastalıklardan koruyan askerlerdir. Hatta biz küçükken böyle bir çizgi film bile vardı. Mikroplar vücudumu ele geçirmeye çalışan düşmanlar, enfeksiyonlar bu ikisi arasındaki savaştan meydana çıkıyordu; vücudun bağışıklık sisteminin diğer adı da savunma sistemi. Kimi kimden koruyorum, kimi kimden savunuyorum konusunda kafam biraz karışık. O hastalık da benim parçam değil mi? Savunma yerine uyum deseydim olmaz mıydı?
**
Başka türlü bakmaya ihtiyaç olabilir. Çocuk yetiştirmedeki gibi mesela. Şöyle: Bir çocuk eğer davranışlarındaki değişikliklerle mesaj vermeye çalışıyorsa bu iyidir. Yani bir çocuğun ağlama krizlerine girmesi, bazen kızması, tepinmesi, yaramazlık yapması susup sinip, bir köşede oturup hiç problem çıkarmamasından iyidir. Çünkü bunların hepsi birer yardım çağırısıdır. Çocukta ya da onun çevresindeki ortamda bir sorun vardır. Çocuk algı kapasitesi geniş bir canlı olarak bu sorunu görmezden gelemez ve sinyal verir. Bu sinyaller bazen bizim için “terbiyesizlik, yaramazlık, davranış sorunları” gibi isimlere sahip olabilirler. Oysaki başka bir bakış açısıyla bunlar yardım çağırıları, hassasiyet ve gelişme olanaklarıdır. Öfkeden en sevdiği oyuncağını kıran çocuğunuzun içinde büyük bir fırtına kopmaktadır. Bu fırtınaya öfkeyle yaklaşırsanız kimsenin kazanmayacağı sadece iktidar yarıştırılacak bir muharebe ortaya çıkar. Yetişkin olduğunuz için, çocuğunuzu sevdiğiniz için ve arkasındaki duyguyu görebildiğiniz için bu öfke patlamasına şefkat vererek yaklaşmayı becerirseniz bu hem çocuğunuz için stresli durumlarla nasıl başa çıkılacağını öğreten bir ders olur, hem de ikinizin ilişkisi açısından ciddi bir gelişim şansına dönüşür. Bahsettiğim şeyin birçok kişiye aykırı geldiğini biliyorum. Lakin bunu aykırı algılamanızdaki yegâne sebebin çocuğunuzu terbiye etmeniz gerektiği yanılgısı olduğunu iddia edebilecek kadar da güveniyorum bu savıma. Şimdi dönelim bağışıklık sistemine.
**
Pensilvanya Üniversitesinde 2 hafta boyunca günde 400 kişiyle konuşularak yapılan bir araştırmada konuşulan kişilere son haftalarda diğer insanlarla ilişkilerin detayları soruluyor. Sevdiklerinle birlikte, güzel bir ortamda bulundun mu, kimseye sarıldın mı, kimseyi öptün mü, kimseyle kavga ettin mi gibi sorular bunlar. Sonra da soruların yöneltildiği kişilere içinde grip virüsü bulunan bir burun damlası verilip damlatmaları isteniyor. Araştırmanın sonuçlarına göre yeterince insani yakınlık yaşamamış ya da yakınlarıyla sorun yaşamış kişiler çok çabucak hasta oluyor ve ağır bir hastalık süresi geçiriyorlar. İyi ilişkilerde bulunmuş olanlar ve sevildiklerini hissedenlerse hastalığı çok daha hafif ve kısa süreli yaşıyorlar. Yani insan bünyesi sevgi ve uyum hissettiğinde hastalıkları bir savaşa dönüşmeden atlatabiliyor.
**
Yeterince uyku (zihinsel süreçlerin sağlığı için), iyi bir öpücük (ağızdan ağıza geçen yararlı bakterilerin çeşitliliğini arttırdığı için) ve ormanlık yerlerde dolaşmak (Japonlar: Shinrin-Yoku diyorlar; orman banyosu) da ilginç bir şekilde insanın bağışıklık sistemini güçlendiren şeyler… Hiç biri kavgalı dövüşlü değil; hiç birinin içinde had bildirme ya da yanına bırakmama yok. Uyum var, aidiyet var, kabullenme ve şefkat var. Aile içi sorunlarda ya da ülke için sorunlarda da bu mantıkla hareket edildiğini bir düşünsenize…!
**
Yaşam kendini en küçük çaptan en büyüğe kadar sürekli aynı motiflerle tekrar ediyor… Savaş ve barışın öyküsü de buradan başlıyor.
YORUMLAR