Teşvik ile zorlamanın arasındaki ince çizgi
Uzay ilkokul 1. sınıfta. Çok önemli işleri var yapılacak. Okuma yazma öğrenilecek, harfler, heceler, cümleler; sayılar öğrenilecek, ikişer ikişer, beşer beşer; kendinden daha büyük çocuklar arasında, okulun en küçüğü olarak yaşamak öğrenilecek. Sabah kalktığında havanın karanlık olmasına rağmen uyanmak, öğlen uykularını çok sevmesine rağmen uyanık kalmak öğrenilecek... Çok işi var...
Bu kadar işinin arasında bir de benim onu iteklediğim şeyler var. Hafta sonları yüzme okuluna gitsin istedim mesela. Yüzmeyi biliyor aslında ama yüzücü olsun istedim. Teknikle yüzsün, vücudu yüzmeyle birlikte büyüsün ve ona göre gelişsin. Ben istedim ama Uzay pek de istemedi.
Bir ay hafta sonları yüzme okuluna gittikten sonra artık gitmeyeceğini beyan etti: Havuz soğukmuş; hafta sonları dinlenmek içinmiş, yüzmeye giderse ne zaman dinlenecekmiş, hem o ders gibi yüzmek istemiyormuş, yazın denizde yüzdüğü gibi yüzmek istiyormuş...
O böyle deyince içimdeki sesler başladılar hepsi ayrı telden çalmaya...
"Başladığı şeyde sebat etmeyi ve devam etmeyi öğrenmeli, hemencecik caymamalı" diyen bir sesim var mesela; o iç ses ki başladığı hiçbir şeyde sebat etmemiş bir kişinin içine nasıl yerleşti bilinmez. Bir de "Daha çok küçük, boş zamanı olmalı, hiç bir şey yapmama özgürlüğü olmalı, hem onun istememesine rağmen onu nasıl zorlarım" diyen bir ses daha... Hangisi haklı, kim bilecek? Şimdilik Uzay'ın sözünü dinledik, okuma yazma, 1. sınıf bunlar beyin için büyük işler, başka mecburiyetler yaratmayalım dedik. Ama bundan emin miyim derseniz, hiç değilim.
Ebeveyn olmak sonsuz bir ikilemin içinde sıkışıp kalmak da demek zaman zaman.
Teşvikle zorlamanın ince çizgisine dair başka bir örnekle biraz aydınlandı ikilemim. Kapıya tırmanma oyunuyla. Biz küçükken, kardeşimle birlikte evin kapılarına tırmanırdık çıplak ayak. O örümceğimsi duruşla yapılan garip hareket küçücük bacaklarımıza ne kadar kolay gelirdi, ne kadar çok eğlenirdik hatırlıyorum. Bu evrensel bir çocuk eğlencesi sanırım.Uzay'ın arkadaşları arasında da konusu geçiyor olmalı ki geçen gün bana: "Ben kapılara tırmanabilen çocuklardan değilim" dedi durup dururken... Şaşırıp kaldım. "İşte" dedim. "Belki bu konuda biraz cesaretlendirme işe yarayabilir."
Sonra bir kapı seçtik, altına matlar, halılar koyduk, ben de geçtim karşısına oturdum... "Önce dene sonra yapamayacağına karar verirsin" dedim. Önce direndi, sonra kabul etti. İlk beş denemede beceremedi, 6.sında havada asılı kaldı bir müddet buna çok güldü, 7-8-9 yine düştü, 10.sunda tırmanmıştı, tepeye kadar. Çok sevindi. İndi. Tekrar yapabilirim dedi. ağzının üstüne düştü. Çok ağladı. Sonra yine denedi. Biraz yaptı, biraz düştü. Ve birlikte karar verdik "büyük başarılara varmak için bir takım hasarlar alabiliyor insan" diye...
İşte bu, oğlumun kalbine dokunabildiğimi hissettiğim bir andı. Düşse de ağlasa da uğraşınca yapamam sandığı şeyi yapabildiği ve bana gözünde çakan bir ışıkla baktığı andı...
Sanırım, insan böyle anlar için katlanıyor hayatın geri kalan sıkıntısına.
YORUMLAR