Gitmek mi zor, kalmak mı?
İnsanlar gidiyorlar. Adını sanını, bakkalını kasabını, komşusunu bilmediği, tatilleri, iklimi ve şarkıları farklı ülkelere doğru... Gidebilen gidiyor. Korkudan. O kadar çok arkadaşım, tanıdığım ülkeyi, en azından İstanbul'u terk etti/ ya da yollarını arıyor ki son zamanlarda. Biliyorum "ya sev ya terk et" diyecek olanlar var. Şimdilik neye olduğu belli olmayan öfkemizi bir kenara koyup olana bakalım; kolay mı gitmek?
Arkadaşlarını, aileni, çocukluğunu, gençliğini yaşadığın sokakları bırakıp gitmek kolay mı?
Gidenlere bir sorun. Şahane bir hayat hayaliyle gitmiyorlar; gidecekleri yerde yabancı olacaklarını, bu ülkede yaşanan her yeni trajediyle bu sefer uzaktan yanacaklarını, geride bıraktıkları sevdikleri için endişe duyacaklarını biliyorlar. Neden gidiyorlar? En temel insani ihtiyaçlardan biri olan "güvende hissedebilme hali" için. Belki burası olmayan bir yer biraz daha güvenlidir hissiyle gidiyorlar. Her akşam bindiği dolmuşun yolu üzerinde bir katliam yaşanması ihtimaline dayanamadıkları için... Kimisi kendisi için, kimisi çocuğunu parkta korkmadan gezdirebilme ihtimali için bırakıyor, birlikte Müzeyyen Senar şarkıları söylenebilen dost meclislerinin konforunu. Çünkü memleket demek arkadaşlarınla aynı şarkıları söylerken aynı duygulara gömülmek demek.
Peki ya kalmak?
Bir video oyununun içinde yaşar gibi, ne zaman nereden vuracağı belli olmayan bombalara rağmen kalabilmek kolay mı? Kalanlar "bir gün mutlaka bir şeyler düzelecek" adındaki zararlı umudun etkisi altındalar mı? Kandırıyor muyuz kendimizi?
Her gün biraz daha daralıyor çember. Güvensizlik, korku, gelecek endişesi her gün daha kalın bir bulutla çöküyor üzerimize. Nefes alabiliyor muyuz?
Faillerin en ağır şekilde cezalandırılacağı beyanatları kimsenin yüreğine su serpemiyor artık. Can korkusu, cananı yitirme korkusu külhanbeyi tavırlı intikam naralarıyla iflah olmuyor.
Bugün de ölmedim, bugün de çocuğum hayatta, kocam, babam hayattalar. Şükür. Peki böyle bir şey mi hayat; hayatta kalabilme ihtimaline tutunup günü geçirmekten mi ibaret?
Ölümden daha kötü bir şey varsa o da her an ölebileceğin korkusuyla yaşamak. Her gün yeniden ölmek değil mi bu?
Kafanda büyütüp,
kurgulayıp, karanlıklara batırıp,
tüm varlığını saran,
yaşam alanını daha da daha da küçültmeye çalışıp ve bu küçücük alan içinde var olduğuna,
bir gün daha...
Korkuyla geçen yaşam yaşam mı?
Yasla, intikamla...
Daha ne kadar devam edebiliriz yaşıyormuş gibi yapmaya? Pisa sonuçlarına dertlenebildiğimiz günler mi en konforlu anlarımız? Hayatta kalmakla bu kadar meşgul bir halk nasıl olur da çocuğu eleştirel düşünsün diye çabalayabilir. Hayatta kalsın ister ancak. Akşam ailenin her ferdi evine dönebilsin yeter.
Gidenler gittikleri yerde, kalanlar kaldıkları yerde acı içinde. Herkesin tek bir dileği var: Yeter ki çocuklara bir şey olmasın. Olmasın!
"Dört bir yanda yaşam bekliyor bizi, dört bir yanda gelecek çiçek açıyor, oysa biz hep birazını algılıyoruz bunun, pek çok şeyi ayaklarımızın altında ezip geçiyor, adım başında öldürüyoruz. Oysa içimizden her birinin insanlık bakımından üzerine düşen tek bir görev vardır.... Bizi bekleyen görev, kendimize özgü, bir kezliğine ve kişisel yaşamımızda hayvandan insana uzanan yolda bir adım daha ileri gitmektir."- Herman Hesse/ Öldürmeyeceksin
YORUMLAR