Çok özlemek...
Yakın zamanda dinlediğim radyo programındaki sunucu, sevdiği bir sanatçının parçalarını uzun süredir çalmadığını ve bu parçaları çok özlediğini fark ettiğini söyledi. Bu ifade bir anda aklıma şu soruları getirdi: Çok özlediğimizi ancak ne zaman fark edebiliyoruz? Fark ettiğimizde ne yapıyoruz?
Özlemek, aslında şu anda hissedilmesine rağmen geçmişle ilgili olan enteresan bir duygu... Bu özelliği nedeniyle çok yoğun ve güçlü bir duygu olan özlem, özünde hoşumuza giden ancak yokluğu nedeniyle acı veren bir nesnenin/kişinin/ortamın hatırlanması ve içimizde tekrar deneyimlemeye dair yoğun bir istek uyanmasını içeriyor. Hoşumuza giden ve bize kendimizi iyi hissettiren her ne ise, bazen onun yokluğu ortaya çıktığı anda özlem başlıyor bazen de ancak günlük koşturma içinde bunu hatırlatan çağrışımlar algıladığımız anda özlediğimizi hissediyoruz. Eğer ikinci durum söz konusu ise, aslında buradan kendimizle ilgili başka ipuçları da elde edebiliriz.
Öncelikle geçmişte kendimizi iyi hissettiğimiz ancak şu anda deneyimleyemediğimiz o andan başlayalım. İnsan beyni, hayatta kalma içgüdüleri nedeniyle olumsuz deneyimleri daha uzun süre hatırlama eğilimindedir. Mutluluk, huzur, güven, memnuniyet/tatmin gibi olumlu duyguların yaşandığı anlar akılda kalsa da hatırlandıkları andaki duygusal yoğunluk olumsuz duygular kadar yüksek olmaz. Dolayısıyla genel eğilim, gelecekte özlenebilecek nitelikte olan anların “saklama koşullarına” fazla özen göstermeme yönündedir. Yani her zaman kolaylıkla tekrarlayamayacağımız deneyimlerin kıymetini pek de bilmeyiz; o anların mutluluğunu doyasıya yaşarız ama iş anısını yaşatmaya gelince bu özenin hakkını veremeyiz. O an için bizi yaşadığımıza şükrettiren deneyimler, günlük yaşamın koşturması içinde zamanla duygusal doping etkisini kaybeder ve sadece güzel bir anıya dönüşür. Bu duyguyu başka vesilelerle de olsa uzun süre yaşayamadığımızda ise en küçük bir hatırlatıcı etken (bir şarkı, görüntü, koku, ses, vs.) bize bu eksikliği fark ettirir. Hemen arkasından gelen yakıcı duygu ise mutsuzlukla karışık bir özlem olur. (Yeri gelmişken şunu da belirteyim; kaybettiğimiz sevdiklerimize duyduğumuz özlem, burada bahsettiğim özlem duygusundan çok farklıdır ve “yas” teması çerçevesinde değerlendirilir.)
Peki çok özlemenin içimizi yakmaması için ne yapabiliriz? Öncelikle güzel anılarımızı rutin spor egzersizi gibi sık sık hatırlayıp duygusal ferahlama alışkanlığı edinmek, özlem duygusunun sadece iyi hissettiren tarafını deneyimlememizi sağlar. O deneyimleri hemen tekrar yaşayamasak bile bunları hatırladığımızda beynimiz benzer hormonları salgılar ve o zamanki yoğunlukta olmasa da yine benzer bir duyguduruma ulaşabiliriz.
Bir kez neleri çok özlediğinizi fark etmek, size duygusal ihtiyaçlarınıza dair önemli ipuçları verir. Deneyimin nerede, nasıl, kimlerle olduğundan ziyade size ne hissettirdiğine ve bu duyguların sonrasında sizi nasıl etkilediğine konsantre olabilirseniz, yoğun özlem duygusunu hissettiğinizde bunun aslında hangi hedef duyguya ulaşmakla ilgili olduğunu bilirsiniz. Bu bilgi size koşulları yeniden yaratma olanağı sunar. Yani belki aynı kişilerle, aynı ortamda aynı deneyimi tekrar etmek mümkün olmayabilir ancak bu duyguduruma başka türlü nasıl ulaşabileceğinizi düşünebilirsiniz. İçinde bulunduğunuz koşullar çerçevesinde size bu duyguyu verecek yeni bir ortam yaratmaya çalışabilirsiniz.
Aslında bir şeyleri çok özlediğimizi fark etmek, yaşamla aranızdaki bağın güçlü olduğunu ve kendinizi iyi hissetmeye ihtiyacınız olduğunu gösteren önemli bir hatırlatmadır. Bu hatırlatmanın yanıtını da, ihtiyacınız olan duyguya ulaşmak için dış koşulların oluşmasını beklemek yerine, biraz yaratıcılık ve çaba ile kendinize şefkat göstererek (“kendinizi şımartarak”) verebilirsiniz.
YORUMLAR