Eleştiri ve ittifak arasındaki ince çizgi
Malum bir Cumhuriyet haftası atlattık. Haftası diyorum ve tüm haftaya bu coşkunun yayılmasını çok önemsiyorum. Hafta boyunca coşkulanmaların, duygulanmaların yanı sıra yüzleşmelerin ve sorgulamaların da zamanıydı, elbette olsun. Benim itirazım ise yüzleşme ve daha iyiye götürme kisvesi altında aslında kimi gizli ajandaların taraftar topluyor olmasına.
Sosyal medyaya öncelikle İzmir’deki kutlamalarda vatandaşların vals yaparak Cumhuriyet’i kutlamaları “Batı özentisi” eleştirilerinin hedefi oldu. “İngiliz işgal etseydi ancak bunu yapardı” gibi sığ yorumlar üzerinden emperyalizmi de sömürgeciliği de hiç anlamamış kesimlerin manipülasyonlarına maruz kaldık. En kısa yoldan söyleyelim: Emperyalistler sömürdükleri ülkelerdeki halkların sosyo-kültürel anlamda kalkınıp kalkınmamasıyla ilgilenmezler; parayla ilgilenirler. Kukla liderler bulur, halkın bağnaz fikirlere saplanıp kalmasını sağlar ve bu vesileyle kaynaklarını sömürürler.
Bu toprakların 1700’lerin sonundan itibaren maruz kaldığı bir tartışmadır bu: Altın çağımızı Batılılaşarak mı Türk-İslam sentezine bağlı kalarak yeniden ihdas edebiliriz? Okullarda öğretildiğinin aksine birdenbire 1923’te ülkenin gündemine giren bir konu değildir. Önce Tanzimatçılarla ve 1. Meşrutiyetle ardından Yeni Osmanlılar ve 2. Meşrutiyetle ve son olarak Jön Türklerle kendini gösteren uzun bir süreçtir. Evet, başta Fransa olmak üzere kimi Batı ülkeleri bu hareketi kendi çıkarlarınca desteklemiştir. Türk modernleşmesi (ki modern kelimesi zihinlerde ilericilik olarak karşılık bulur) aksayan yönlerin ıslahına odaklanır ve yeni Cumhuriyet bunun formülünü Batılılaşmada bulur.
Cumhuriyet elitlerinin balo salonlarını eleştirenlere bir bakın, çoğu Osmanlı’yı överler. Osmanlı hanedanı nerede yaşardı? Doğru bildiniz: Balo salonları olan saraylarda. Dinlenilen müziğin alaturka ya da alafranga olması saraylı elit gerçeğini değiştirmez. Cumhuriyet’in modernleşme yöntemleri tek tipti ve tepeden inme uygulandı; tam da bu yüzden toplumun bir kısmı tarafından içselleştirilemedi. Radyoda halk müziğini yasaklarsanız, halk bir süre sonra kendi arabeskini yaratır. Bunu tartışmaya açmak başka bir şeydir; kültür emperyalizmi eleştiriyorum derken asıl derdi vals değil de kadının giydiği dekolte kıyafet olan yobazlarla kol kola yürümek başka bir şey.
1920’lerin Cumhuriyet rejiminin çok kimlikli, çoğulcu ve demokratik olduğunu elbette söyleyemeyiz. Zaten kimileri görmeyi reddetse de tüm devrimler kanlı olur. İçeride ve dışarıda düşmanlarla savaşan, ekonomik buhran içinde yeni bir rejim inşa etmeye çalışan kurucu kadroyu eleştirirken bir adım geri çekilip tabloya bütün haliyle bakmakta fayda var. Etnik haklar, kültürel tanınma ve siyasal katılım eksikleri elbette haklı taleplerdir; ancak bu talepleri “Üzerinde Atatürk olan paraları düğünlerde zevkle yerlere atıyoruz” gibi ilkel bir zeminde dile getirirseniz, muhatap bulamazsınız.
Demokratiklik taleplerinizi ifade ettiğiniz zemin otoriter alternatifleri desteklemekle bir arada yürüyorsa bu taleplerin meşruiyeti zedelenir. Elbette Cumhuriyet’in ilk yüzyılının eksikleriyle yüzleşelim; elbette onu daha adil, katılımcı ve çoğulcu bir noktaya taşıyalım. Ama bunu yaparken karşı-devrimci, gerici ve otoriter güçlerle aynı yoldan yürümemiz gerekiyorsa orada bir durup düşünelim. Cumhuriyet’i “Batı özentisi elit projesi” damgalarken, bu söylemi kullanan aktörün niyetini ve bu söylemin hizmet edeceği muhtemel sonuçları sorgulamak zorundayız: Bazı grupların ajandaları, demokratik çoğulculuğu geliştirmek değil, mevcut rejimi zayıflatıp alternatif bir rejim kurmak. Bunu görebilmek çok zor değil.
Tarihsel bağlamdan kopmayın. 1920’lerin koşullarını hesaba katmadan indirgeyici suçlamalardan arının. Şeffaf olun. Bir söylem “liberal” veya “çoğulcu” diye paketleniyorsa, içeriğine bakın; hangi çıkarlar, hangi güçler bundan fayda sağlıyor? Eleştiri yalnızca yıkmak için değil, somut alternatifler, hukukî reformlar, toplumsal uzlaşı yolları üretmek için var.
Cumhuriyet’in 102 yıllık serüveni hem haklı övgülere hem haklı eleştirilere açıktır. Ancak tarihsel zeminden kopmuş, başka ajandaların kılık değiştirmiş söylemleriyle aynı yolda yürümek; Cumhuriyet’i eleştirmek değil, onu içerden ya da dışarıdan aşındırmak demektir. Çok “açık fikirli” bulduğumuz söylemleri fütursuzca ortaya dökerken kimlerle yan yana düştüğümüze bir dönüp bakalım.
YORUMLAR