Kadın bekler, erkek beklemez: İddet süresi hakkında birkaç soru

Hiç düşündünüz mü? Boşandıktan sonra ya da eşini kaybettikten hemen sonra yeniden evlenmek isteyen bir kadın neden beklemek zorunda? Aynı durumda olan bir erkek içinse neden hiçbir sınırlama yok? İşte karşımıza çıkan bu farkın adı “iddet süresi.”


Arama motoruna iddet süresi yazdığınızda ilk olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sitesinde karşımıza çıkan bu kavram, İslam hukukunda kadının yeniden evlenmeden önce beklemesi gereken süreyi anlatır. Kur’an’daki ayetlere dayandırılan bu süre, boşanan kadınlar için üç adet dönemi, dul kalanlar için dört ay on günü, hamile kadınlar içinse doğum anına kadar diye devam eder. Bu konu bizim işimiz değil, Diyanet’in işi. Uzmanları anlatsın, muhatapları dinlesin.


Cumhuriyet’in ilanından sonra yürürlüğe giren Medeni Kanun, İsviçre’den uyarlanmıştı. İsviçre hukukunda böyle bir düzenleme olmadığından, iddet doğrudan İslam hukukundan alınarak yeni kanuna yerleştirildi. 2002’deki değişikliklere rağmen iddet süresi bugün hâlâ Madde 132 altında varlığını sürdürmekte. Buna göre, evliliği sona eren kadın 300 gün boyunca evlenemez. Ancak mahkeme kararıyla bu süre kaldırılabilir. Erkekler için böyle bir engelin bulunmadığını söylemeye gerek bile yok.


Daha acısı yok yakın bir tarihte Medeni Kanun’daki bu maddenin eşitlik ilkesine ayrılığı sebebiyle Anayasa Mahkemesi nezdinde iptali dava edildi fakat bu talep Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildi.


Peki bu kuralın gerekçesi ne? En sık duyduğumuz argüman “nesebin korunması.” Yani doğacak çocuğun babası konusunda karışıklık yaşanmaması için kadının hamile olup olmadığının netleşmesi. Ama günümüz tıbbında bu sorunun basit bir DNA testiyle çözülebileceği malum. Bu nedenle bu gerekçe artık ikna edici olmaktan uzak.


İkinci gerekçe, “evliliğin değerini korumak.” Boşanır boşanmaz yeni bir evliliğe adım atmanın toplumda kötü bir izlenim yaratacağı öne sürülüyor. Ancak bu hassasiyet yalnızca kadınlara yükleniyor. Erkek boşandığı gün evlenebilir, hem de eski eşi hamile olsa bile. Buna rağmen sadece kadın için kısıtlama getirmek, evlilik kurumunun değerinden çok, kadının özgürlüğünün sınırlandırıldığını gösteriyor.


Üçüncü gerekçe ise Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki “hukuki adaptasyon.” Toplum bir anda sarsılmasın diye bazı dini kökenli kurumlar korundu. Ama üzerinden geçen yüz yılı aşkın sürede hâlâ aynı gerekçeye sığınılmasına gerek var mı?


Diyanet’in sitesinde yer alan “eski kocanın haklarının korunması” ifadesi ise ayrıca tartışmaya değer. Kadını, adeta bir mülkiyet nesnesi gibi gören bu yaklaşım, eşitlik ilkesinden tamamen uzak. Evlilik, iki yetişkinin eşit hak ve yükümlülüklerle kurduğu bir birliktir. Sadece erkeğin “haklarının korunmasından” söz etmek, kadının varlığını ikincilleştiren bir bakış açısının yansımasıdır.


Hukuken iddet süresinin kaldırılması da mümkündür. Kadının hamile olmadığını gösteren resmi bir sağlık raporu alınır ve aile mahkemesine başvurulur. Çoğu kez tek celsede sonuçlanan bu dava sonrasında kadın evlenebilir. Ancak unutulmamalıdır ki, bu dava hakkı yalnızca kadınların önüne çıkarılmış bir külfet olarak vardır.


Sonuç olarak, iddet süresi düzenlemesi günümüz eşitlik anlayışıyla bağdaşmaz. Hem Anayasa’nın eşitlik maddesine hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “özel hayat ve aile hayatına saygı” ilkesine aykırıdır. Kadınların hayatını sınırlayan bu ayrımcı hükmün artık hukukumuzdan çıkarılması, eşit yurttaşlık ilkesinin gereğidir.



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.