Boşanmada arabuluculuk kadınlar için neden bir tehdittir?
Öncelikle arabuluculuğun ne olduğundan biraz bahsedelim. Arabuluculuk prensipte tarafların özgür iradeleriyle başvurdukları, bağımsız ve tarafsız bir üçüncü kişi aracılığıyla uyuşmazlıklarını kısa sürede, düşük maliyetle ve gizlilik esasına dayalı olarak çözmelerini sağlayan alternatif bir yöntemdir.
Kararı arabulucu değil, taraflar verir; arabulucu yalnızca süreci kolaylaştırır, moderatörlüğünü yapar. Kimi durumlarda arabulucuya başvurmak isteğe bağlı iken, iş hukuku, ticaret hukuku ve tüketici hukukunda olduğu gibi bazı alanlarda dava şartı olarak zorunludur.
İhtiyari (isteğe bağlı) arabuluculukta taraflar, arabulucuyu kendileri seçebilir, süre sınırı yoktur ve süreçten istedikleri aşamada çekilebilirler. Zorunlu arabuluculukta ise dava açmadan önce arabulucuya başvurmak şarttır; aksi hâlde dava usulden reddedilir.
Aile hukuku yalnızca boşanma davalarını değil; nişanın bozulmasından velayet, nafaka, mal rejimi tasfiyesi, çocukla kişisel ilişki kurulması, soy bağı davaları, evlat edinme, aile içi şiddet tedbirleri gibi geniş bir alanı kapsar. Kişilerin özel hayatı ile kamu düzeninin iç içe geçtiği bu alanda, yalnızca tarafların serbestçe tasarruf edebileceği konular arabuluculuk kapsamında değerlendirilebilir.
Devletin görevi kişiyi gerektiğinden kendisinden de korumaktır. O yüzden örneğin kendi hür iradenizle isteseniz bile organlarınızı satamazsınız. Mevzuata göre; nafaka, mal paylaşımı, boşanma sonrası tazminat veya çocukla kişisel ilişki gibi konular ihtiyari arabuluculukla çözülebilir. Ancak boşanma kararı verilmesi, velayetin ilk kez belirlenmesi, evlenmenin iptali, soy bağı tesisi ve aile içi şiddet içeren uyuşmazlıklar kamu düzeni gereği yalnızca mahkemelerde çözümlenir. Bugün tartışmaya açılan bu hususların da arabulucu ile çözülmesi üzerinedir.
Aile hukuku; duygusal bağlar, kişisel mahremiyet ve kamu yararı gibi hassas unsurları barındırır. Bu nedenle arabuluculuğun avantajları olarak sunulan “hızlı sonuç, düşük maliyet, gizlilik” gibi faktörler, mevcut hukuk sisteminde hâlihazırda sulh ve uzlaşma mekanizmalarıyla sağlanması mümkündür. Avukatlar ve hâkimler, tarafları her aşamada uzlaşmaya teşvik edebilir ve bu anlaşmalar mahkeme kararı niteliği kazanabilir.
Bununla birlikte, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin yaygın olduğu bir ortamda arabuluculuk ciddi riskler barındırır. İstanbul Sözleşmesi Madde 48/1, şiddet içeren aile hukuku uyuşmazlıklarında zorunlu arabuluculuğu açıkça yasaklamaktadır. Nitekim Arabuluculuk Kanunu da aile içi şiddet iddiası olan uyuşmazlıkların arabuluculuğa elverişli olmadığını hükme bağlar.
Uygulamada, boşanma davalarının büyük çoğunluğunda psikolojik şiddet vardır ve boşanma sonrası da şiddetin devam etmesi sık rastlanan bir durumdur. Bu şartlar altında, dezavantajlı konumdaki kadının hak arayışını yargı makamları yerine arabulucu aracılığıyla yürütmek, hak kayıplarına yol açacağı aşikardır. Kamu gücünün koruma etkisi zayıflar, şiddet görünmez hâle gelir.
Hâlihazırda aile hukukunda yalnızca ihtiyari arabuluculuk vardır. Ancak zorunlu arabuluculuk getirilmesi, kadınların güvenliğini tehlikeye atar. Şiddetin önlenemediği, her gün kadınların eşleri, eski eşleri veya partnerleri tarafından öldürüldüğü bir ülkede, aile hukukunda zorunlu arabuluculuk düzenlemesi, kadınların adalete erişimini engeller.
Özetle; aile hukukunda arabuluculuk, mevcut haliyle dahi dikkatle ele alınmalıdır. Hassas dengeler, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, şiddetin yaygınlığı ve kamu düzeni gereği, zorunlu arabuluculuk kesinlikle uygulanmamalıdır. Kadınların ve çocukların korunması, ancak yargı güvencesi altında, bağımsız ve denetimli bir yargılama süreciyle sağlanabilir.
YORUMLAR