Hayat müzik gibidir...


HAYAT aslında bir yolculuk değildir” deniyordu geçen gün seyrettiğim bir videoda... Yolculuklarda amaç bir yere varmaktır. Hayatı bir yolculuk olarak ele alırsak eğer, o zaman her vardığımız yerde bir şey olmasını bekleriz. Büyük bir ödül, bir derece yükselmesi, daha güzel bir yer...


Önce okulu bitirmeyi bekleriz, okul yolculuğunun sonunda bir şey olacaktır; olmaz. Sonra iş bulmayı, evlenmeyi, bir çocuğumuzun olmasını, 40 yaşına gelmeyi, emekli olmayı... Belki hepsi olur, belki de olmaz ama bunların sonunda o büyük an, o beklenen tamamlanma noktası bir türlü gerçekleşmez. Hayatı bir yolculuk olarak düşünürsek, sürekli hayal kırıklığı yaşarız; oysaki hayat müzik gibidir...


Müzik, yani notaların birbiriyle, onların sözlerle oyunudur... Müzik, bitsin diye, bir nihayete varsın diye dinlenmez, müzik çaldığı sürece keyfine varılır. En sonuna varmak, büyük ödüle ulaşmak gibi çabalardan özgürdür deniyordu...


Oyun... Sadece çocuklara aitmiş gibi görünen ama aslında tüm dünyanın ruhunu oluşturan bir kavram... Oyun olmasaydı düşüncelerle oynayamadığımız için nasıl programlandılarsa her seferinde aynı sonucu çıkaran bilgisayarlara benzerdik... Oyunun olmadığı bir yaşam, canlılığın olmadığı bir yaşama dönüşürdü...


Aslına bakarsanız yaşamın içinde güzel ne varsa hepsi oyun. Yaratıcılık düşüncelerin oyunu, müzik notaların oyunu, resim renk ve desenlerin oyunu, şiir kelimelerin oyunu, dans adımların oyunu olarak görülebilir kolaylıkla...


Friedrich Schiller, “İnsan kelimenin tam anlamıyla söylemek gerekirse, ancak insan olduğu zaman oynar ve oyun oynadığı zaman tam insan olur” diyor.


Son zamanlarda yaşadığımız terör olaylarına bir bakın... Bir tanesi bir futbol maçından sonra, diğeri ise yılbaşı kutlamasında gerçekleşti. Her ikisi de insanın kendini deşarj etmek, kötülüklerden uzaklaşmak, ötekilerle olmak, yani bir anlamda oyun oynamak üzere var olduğu etkinlikler...


Bu açıdan bakınca terör, bir anlamda oyunumuzu elimizden almak üzere harekete geçiyor denebilir. Çünkü oyun olmazsa, bir arada olmaktan, eğlenmekten çekinirsek hepimiz mekanikleşeceğiz biliyorlar... Ruhumuz, eğlencemiz, birlikteliğimiz, özgür düşüncemiz bozulacak. Oysaki oyun insan için korkudan arınılan bir yer; özgürce düşünmek, içindeki çocukla temas etmek ve canlı hissetmek ancak oyunla mümkün.


Avrupa’nın tanınmış nörologlarından Gerald Hüther, “Oyunu Kurtarın-Rettet das Spiel” isimli kitabında insanlığın geçirdiği acılı dönemlerde bile kendine oyun için bir alan yarattığının örneğini veriyor. Mesela, Nazi dönemindeki SS kamplarında bile, oyuna olan ihtiyacın ortaya çıktığını ve hayatı katlanılır kılmak üzerine bu kadar zor koşullarda bile oyun oynandığını ifade ediyor.


Esir kampında yapılan doğaçlama tiyatro gösterilerini örnek veren Hüther, oyun sayesinde beyindeki ödül merkezlerinin harekete geçtiğini ve bunun yaşamı sürdürebilmek için temel koşullardan olduğunu belirtiyor.


Geçirdiğimiz son 3 güne bakın... Kar yağışının başlamasıyla birlikte yüreğimize çöken karanlık sanki ışığa kavuştu. Koca koca insanlar sosyal medyada, karlara yatıp melek şekli yaptılar, kardan adamlar, karda yuvarlanma fotoğrafları gördük bol bol. Kar, terörün elimizden aldığı oyun neşesini geri getirdi sanki...


Oyunu, müziği ve neşeyi koruyabildiğimiz günlerin umuduyla...



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.