Sonuç değil süreç...

Sonradan mı oldu bilmem. Bir zaman geldi, insanoğlu (ne yaparsa yapsın) ortaya çıkacak olan sonuca taktı kafayı. Sonuç makbul olup süreç devre dışı kalınca da “Nasıl?” sorusunun önemi kalmadı pek çoğu için. Oysaki hayatın anahtarı “Nasıl?”ın içinde saklı.


Biri ölüyor mesela; genç daha, haksızlık onun ölmesi aslında, biliyoruz, üzülüyoruz, hiçbir şey yapamıyoruz. Benim aklıma takılıyor işte, ben nasıl ölmek isterdim? “Ne zaman” değil sorum, “Nasıl”? Etrafımda sevdiklerim olsun isterdim mesela. Evimde olmak isterdim. Kesilip biçilmemiş, gereksiz yere hiçbir tıbbi prosedüre mecbur kalmamış olmak isterdim. Öldüğümün bilincinde olarak, vedalaşarak, söylemediğim sözleri yanımda götürmeden ölmek isterdim. Sıralı ölüm olsun, ben öldüm diye kimseden bir şey eksilmesin isterdim... Ne zaman öldüğümüz kadar “nasıl öldüğümüz” de önemli, nasıl doğduğumuz gibi!


Oğlan mesela. Olmadık bir şey istiyor, olmadık bir zamanda, reddedilecek belli, başka yolu yok. Nasıl reddettiğim önem kazandı son zamanlarda... Onurunu zedelemeden, kendimi haklı çıkarma peşine düşmeden, kendine olan güvenini eksiltmeden, en anlaşılabilecek şekilde “Hayır” demenin yollarını arıyorum. Derdim kısa zamanlı refahımız değil; uzun sürede ilişkimizin alacağı hal artık. Sözümü dinlemiş, dinlememiş, erken yatmamış, uykusunu almamış, matematiği anlamamış filan gibi dertlerim yok. Nasıl bir ilişki bizimki? Erişkin yaşa geldiğinde, bir sıkıntısı olduğunda dönüp de bana gelmek isteyecek mi istemeyecek mi? Artık derdim bu.


Bir arkadaşım mesela; boşanıyor. İnsanlar boşanırlar. Boşansınlar. Kimle ve nasıl mutlu olacaklarsa öyle mutlu olsunlar. Ortak çocukları var. İsteseler de ölene dek boşayamayacakları bir bağ bu. Bu paydada buluşarak tüm hayatı geçirmek zorundalar, ama nasıl oluyor? Senelerce sürmüş evlilik boşanma aşamasına gelince sapıtıyor. Çocuklarının annesi olan kadına yapmadığını bırakmıyor adam; işkence desem olacak... Oldu mu şimdi! Kimileri evlenir, kimileri boşanır... Peki bunu nasıl yaparlar?


Köşedeki çiçekçi mesela; bence o “nasılın” önemini biliyor. Önündeki renk renk çiçekleri tezgâhına dizerken hangi rengin hangisinin yanında daha albenili olacağını düşünüyor. Elim kolum dolu değilse, önünden geçiyorsam bana o gün hangi çiçeğin taze geldiğini, hangisinin ötekinden daha güzel koktuğunu söylüyor. Alıyorum ben de. Elim kolum dolu değilse. Yeni demlemişse piknik tüpün üzerindeki çayını bana da bir bardak ikram ediyor. O sigarasını yakıyor, ben “İçmiyorum artık” diyorum. Pek onaylamıyor sanki kararımı, çaktırmıyor. Biliyor. O çiçekçinin o çiçekleri satması önemli; çiçeklerin dizilişi gibi bana uzattığı çay da onun imzası; çiçekçi nasıl satacağını biliyor.


Sonuç olarak hayat herkeste üç aşağı beş yukarı aynı. Dönün bakın. Neler olacağı zamanın başlangıcından beri pek az değişerek devam etmiş. Doğma, büyüme, üreme, yetişkinlik, ölüm. Kısacası bu. Peki ama nasıl? Zarafetle mi, metazoriyle mi, memnuniyetle mi, hamasetle mi, sevilerek mi, dövülerek mi, iç huzuruyla mı, gıllıgışla, üçkâğıtla, bağırıp çağırarak, onursuzlaştırarak, ötekini ezerek mi, yücelterek mi, itinayla mı, afiyetle mi... İşte o da bizim insan ya da toplum olarak imzamız.



Umutla...

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.