Etiketi kenara bırak, çocuğu gör
Geçen hafta yazar ve eğitimci Bahar Eriş’le keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Sohbetin ilk bölümü annenin eğitiminin çocuğa yansımalarıyla ilgiliydi. Bugünkü bölüm ise Bahar Eriş’in uzmanlık alanı olan üstün zekâlı/yetenekli çocuklarla ilgili...
Üstün zekâlı çocuk, yaşıtlarıyla karşılaştırıldığında gözle görülür biçimde farklı olanlara deniyor. Bu fark sadece IQ alanında değil; spor, sanat, müzik gibi herhangi bir alanda olabiliyor. Bu konuda Fazıl Say’ı örnek veriyor Bahar Eriş. 2 yaşındayken piyanonun başında uzun uzun oturan Say’ın ailesinin bunu bir işaret olarak alıp eğitimler aldırmaya başladığını anlatıyor. 2 yaşında bir çocuğun o kadar odaklanmasının bir ipucu olduğunun altını çiziyor.
Çocuklarda üstün zekânın işaretleri arasında erken konuşmak, erken yürümek, birbiriyle alakası olmayacak fikirler arasında orijinal bağlantılar kurmak, tutkulu bir merak, yeni ve yaratıcı fikirler üretmek var. Eriş, üstün zekâlı çocukların genellikle otoriteyi sorguladıklarını, aklına yatmayanları kabul etmediklerini, bu yüzden de sınıflarda tercih edilmediklerini anlatıyor. Hatta bu tutumları yüzünden saygısız, hiperaktif diye etiketlendiklerini, bazen bunun ilaç tedavisine varan olumsuz sonuçları olduğunu vurguluyor. Sistemin, “Çocuk neyi yapabiliyor” yerine, “Neyi yapamıyor”a odaklandığına işaret ediyor.
Üstün zekâlı çocukların özel gereksinimli çocuk sayılıp sayılmadığını sorduğumda Eriş bu konudaki bir yanlış anlamaya dikkat çekiyor: ”Üstün zekâ deyince kendini kurtarmış gibi algılanıyor. Oysa tam tersine duygusal ve sosyal olarak desteğe ihtiyacı var bu çocukların. İhtiyaçları normal eğitim ortamı tarafından karşılanamıyor. Sınıf ortalamasından daha ileride oldukları için içlerine kapanabiliyor veya davranış bozuklukları sergileyebiliyorlar. Üstün zekâ etiketi de çocuklara iyi gelmiyor. Çocuklara etiket konulmaması konusunda çok hassas davranmalıyız. Çocuğa sürekli üstün zekâlısın, üstün yeteneklisin dendi- ğinde kaldıramayacağı bir yük yüklemiş oluyoruz. ‘Nasılsa zekiyim, çalışmasam da olur’ diyebiliyor. ‘Yeni bir şey yapar başaramazsam üstün etiketimi kaybederim’ diye korkabiliyor. Yeni bir şey denemiyor ve dolayısıyla gelişemiyor. Etiketi bir yana bırakıp çocuğu ve ihtiyacını görmeli, anlamalı ve yapılması gerekeni yapmalıyız. Çocuğun akademik, zihinsel, sosyal, duygusal ne gibi ihtiyaçları var? Ben bunları en iyi ne kadar karşılayabilirim? Onun var oluşuna saygı göstererek, ezmeden, hırpalamadan bu süreci en sağlıklı bir biçimde nasıl yürütebilirim?”
Bir çocuğun üstün zekâlı olup olmadığını nasıl anlayacağımızı sadece IQ testleriyle belirlemenin mümkün olmadığını ifade eden Eriş’e göre, “IQ testlerinde 130 puan üzeri alanlar üstün zekâlı olarak tanımlanıyor. Bu yeterli değil. Bu testler zekâyı çok dar tanımlıyor. Sadece sözel ve matematik zekâ potansiyelini kapsıyor. Teste girdiği ortam da, testi yapan kişiyle kurduğu iletişim de sonucu etkileyebiliyor. Çok fazla değişken var. Test yaratıcılığı, duygusal zekâyı ölçmüyor, yani şu içinde yaşadığımız dönemde önemli dediğimiz şeyleri... İnsanlarla ilişki kurma becerilerini, empati kurma becerilerini ölçmüyor.”
”Erken konuşma, erken yürüme gibi beceriler gösteren her çocuk üstün zekâlı mıdır?” diye sorduğumda bunların işaret olabileceğini ama tam tersi işaretlerin de mümkün olduğunu belirtiyor Eriş. “Bazı çocuklar geç konuşurlar, geç yürürler ama bu onların geri olduklarını göstermez. Einstein 3.5 yaşında konuşmuş mesela” diyor.
Son olarak da üstün zekâlı ya da değil, çocuklar için en önemli şeyin anneleriyle olan bağlanmaları olduğuna dikkat çekiyor. Annelerin yapabileceği en iyi şeyin bebekle olan etkileşimi güçlü kılmak olduğundan bahsediyor. Emzirme sırasında göz teması, ten teması, gülümseme, sesine sesle karşılık verme gibi basit tepkilerin önemini vurguluyor. Çocuk biraz büyüdükten sonra ise ailedeki sözcük alışverişinin beyin bağlarının kurulmasındaki önemini hatırlatıyor ve yazımı burada bitiriyorum... (O nedenle kitap okuyalım çocuklarımıza.)
★ Araştırmaya göre farklı sosyoekonomik koşullardaki ailelerin çocuklarının duyduğu sözcük sayısı arasındaki fark 32 milyon kelimeye kadar çıkabiliyor... (Hart ve Risley 1995)
★ ★ Başka bir araştırmada çocukların ana babalarından duydukları dilin okuma yazma ile matematik veya mekânsal yetiler gibi diğer akademik alanlardaki başarıyı da etkilediği görülmüş.
YORUMLAR