Yaşamak ve yayınlamak çelişkisi
Biz dijital göçmenler diye adlandırılan kuşağız. Bu şu demek: Şu anda her bir yanımızı saran teknolojiler ve sosyal ağların içine doğmadık. Hayatımıza sonradan katıldılar; sonradan görme olduk. Belki de bu yüzden işin dengesini tutturamayışımız. Hayatımızı yaşamak yerine "post ediyor", önemli anlarımızı zihnimize kaydetmek yerine poz veriyor, çocuklarımızla sohbet etmek yerine telefonlarımızda geziniyor, arkadaşlarımızla bir masada oturduğumuzda bile dönüp dönüp telefondaki bildirimlere bakıyoruz... Teknoloji ile ilişkimizin suyu çıktı.
Geçen akşam Uzay'la birlikte Zorlu PSM'de bir gösteriye gittik. Perdede Harry Potter filmi oynuyor; oldukça kalabalık bir orkestra da filmin müziklerini çalıyordu. Çok keyifliydi; bir şey hariç. Önümüzde oturan iki çocuklu ailenin annesi ve babası gösterinin başından itibaren cep telefonları havaya kaldırıp tüm gösteriyi instagram'dan canlı yayınlıyorlar, fotoğraf çekip paylaşıyorlar, sonra da kaç kişi baktı diye kontrol ediyorlardı. O telefon, çantaya ya da cebe hiç girmedi. Tam önümüzde oturdukları için dikkatim dağılıyor, cep telefonunun ışığı rahatsız ediyordu. Bir yandan da çocuklardan küçüğü "Ben de video çekmek istiyorum, anne telefonunu ver" diye sızlanıp duruyordu... İçimden sordum: Neden? Oturup gösteriyi izlemek yerine yayın peşine düşmek neden? Film zaten her yerde bulunan, eski bir film. Gösterinin tadı ise o orkestrayı canlı dinlemekte; peki bu insanlar hangi güdüyle izleyip keyfini çıkarmak yerine illa yayın peşindeler? Çocuklarına verdikleri mesajın farkındalar mı? (Konsere gidilir, dinlemek yerine kayıt altına alma peşine düşülür, sonra da kaç kişi izledi diye karı koca konuşulur...)
Dünya genelinde insanlar sosyal ağlara günde 1 milyardan fazla fotoğraf ve video yüklüyorlar. Fotoğraf ve video çekmenin hafızaya ilginç bir etkisi var. Yapılan bir araştırmada müzeye giden bir öğrenci grubuna gördükleri objelerden bazılarının fotoğrafını çekmeleri söyleniyor. Günün sonunda yapılan ankette çıkan sonuçlara göre öğrenciler fotoğrafını çekmeden inceledikleri eserleri daha net hatırlarken, fotoğrafını çektiklerini ise hatırlamıyorlar. Araştırmayı gerçekleştiren psikoloji profesörü Linda Henkel diyor ki: "Bir şeyin fotoğrafını çektiğinizde, hafızanın işlevini kameraya devretmiş oluyorsunuz. Beyne giden sinyal basitçe şunu söylüyor: "Bu konuda daha fazla düşünmeme gerek yok, kamera kayıt etti nasıl olsa."
Fotoğraflar bir zamanlar hatıraları canlı tutmak, seneler geçtikten sonra albümlere bakıp sevinmek içindi. Şimdi o kadar çok fotoğraf var ki onları seçip albüme dönüştürmek bile ciddi bir mesai istiyor; yapılmıyor... Hiç durmadan çekilen onlarca fotoğraf yaşantımızı bizden çalıyor desem yalan değil.
Geçen hafta psikiyatr Erdoğan Çalak ile yaptığım röportajda Çalak teknolojiyle olan ilişkimiz hakkında şöyle dedi: "Bugün insanlık birbiriyle ilişkide olmak yerine oyuncaklarla oyalanmaya çalışan çocuk halinde. Böyle büyüyen insanlar ailenin ortadan kalkmasına zemin hazırlıyor. Birisi bir odada maç seyrederken diğeri başka bir odada dizi izliyor; karı koca arasındaki bağ gittikçe zayıflıyor, birbirine olan yatırımı azalıyor ve bu da uzaklaşmaya yol açıyor oluyor. İnsanlar gerçek bir hayatın yerine ideal bir fotoğrafın peşindeler. Ama fotoğraf iki boyutlu, cansız. Onu yaratabilmek için duygularınızı çöpe atmanız gerekiyor.”
Eskiden adı bile olmayan anı yaşamak, anda kalmak, farkında olmak gibi kavramlar bizler için artık haftasonu bir sürü para ödeyerek katılacağımız kursların başlıkları. Yaşamak yerine yayınlamak peşindeyiz... Ben de buna fena halde sinir oluyorum. Umarım bizden sonraki nesiller bizim beceremediğimiz bu dengeyi daha becerikli bir şekilde kurarlar...
(bu görsel de fotoğraf çekmeden duramayanlara gelsin:)
YORUMLAR