Gizli Stres, Çocukluk İnançları ve Kendin Olma Cesareti
Bir adam.
Kemikli yüzlü, kıvırcık, biraz beyazlamış dalgalı saçları var.
74 yaşındaymış. Bence çok daha genç. Sakin.
Öyle ki onun sakinliği benim kalp atışlarımı yavaşlatıyor.
Belki de salondaki 400 diğer kişinin de.
Gabor Mate o.
Macaristan doğumlu, Kanadalı psikiyatrist.
2. Dünya Savaşı'nın ortasında doğmuş.
Hem de Yahudi, Macaristan'da.
Doğmak için boktan bir zaman, boktan bir mekan.
Al sana zor bir bebeklik, stresli bir anne. Olsun. Herkesin kaderi kendine.
Belki öyle bir yerde ve zamanda doğmasaydı kendini insanları iyileştirmeye, onları anlamaya, bunun için kitaplar yazıp ülkeler gezmeye adamazdı.
İki konuda çok çalışmış, düşünmüş, üretmiş bir adam Gabor Mate.
Biri bağımlılık, diğeri stresin sağlığa etkileri. İkisinin de kaynağı aynı yerde; çocukluk. Diğer her şeyin de olduğu gibi.
"Vücudunuz hayır diyorsa" isimli kitapta yazdıkları; yani kronik stres ve sağlığa etkileri hakkında konuşmaya (Amerikan Hastanesi ve Code Lotus işbiriği sayesinde) İstanbul'a geldi. 19.Eylül'de. Şahane bir gündü.
Sebebi bilinmeyen hastalıkların sebebi
"İdeopatik hastalıklar" diyor, "Neden meydana geldiği bulunamamış hastalıklardır"... İdeopatik, sebebi bilinmeyen demek. Belki de eskiden biliniyordu ama artık unutuldu da demek olabilir.
Birçok hastalık bu kategoriye giriyor. MS bunlardan biri. 1930'lu yıllarda MS olan kadın ve erkeklerin oranı 1'e 1'miş. Şimdilerde ise MS olan her erkeğe karşılık 3,5 kadın hasta varmış. "Genetik ya da çevresel faktöre bağlı olamaz" diyor. "Genler de çevre de bir nesilde bu kadar değişmez."
Şunu ekliyor:
"Nereden geldiğini bilmiyor oluşumuz doğru yöne bakmamaktan kaynaklıdır belki de."
"Batı tıbbı, tıbbi teknoloji, farmakolojik gelişmeler" diyor, "zaman zaman şahane işler başarmıştır ama çok bariz olan bazı bağlantıları, eskilerin bildikleri de gözden kaçırmış, hiç o tarafa bakmamıştır."
Zihin ve bedenin birbirinden ayrılmaz şeyler olduğunu içgüdüsel olarak biliyoruz; tüm kadim şifa teknikleri biliyorlar. Çocukluk travmalarının yetişkin sağlığı üzerindeki etkisini biliyoruz ama hasta olduğumuz zaman dönüp bunlara bakmayan bir sistemin içinde yaşıyoruz.
Beden-Ruh / Kişi-Aile / Aile-Kültür bağlantıları
Batı tıbbında hastalık, hastalığa sahip olan kişiden ayrı düşünülür; doktorlar hastalığı ilaçla tedavi ederler. Ama insanların hayatlarını nasıl yaşadıkları sahip oldukları hastalıklarla bağlantılıdır.
Doktor yine de hastasına hastalığın başlangıcından önceki psikolojik durumunu veya bunun hastalığın gidişatını nasıl etkilediğini sormaz. Sağlık ve hastalık hakkındaki tüm inançlarımıza bir düalizm hakimdir. Bedeni, zihinden ayırarak anlamaya çalışırız. İnsanları, büyüdükleri, çalıştıkları, aşık oldukları, öldükleri ortamdan soyutlanmış bir şekilde yaşıyormuş gibi tanımlarız.
"Doktorlar uzmanlaştıkça, vücudun bir parçası veya organı hakkında daha çok bildikçe o organın ait olduğu insanı anlama eğilimleri azalır."
Psikonöroimmunoloji
Oysa ki insan, organlardan ibaret bir maket değil, karmaşık sistemlerin bir arada çalıştığı ve sürekli birbirini etkiledikleri bir bütündür. Psikonöroimmunoloji zihin ve beden etkileşimini, sağlıkta ve hastalıkta duygular ve fizyolojinin ayrılmaz bütünlüğünü inceler. Duyguların, hastalığın yaratılması veya sağlığın yeniden kazanılması ile derin bir ilişki içinde olduğundan bahsediliyor.
Stres nasıl hastalığa dönüşür?
Stres, organizma kendi varlığına yönelik bir tehdit algıladığında meydana gelen iç değişimdir.
Kısa süreli olduğunda koruyucu bir mekanizmadır. Ani bir tehlikeden kurtulmayı sağlamak üzere bedeni harekete geçirir. Buna akut stres denir.
Kronik stres ise kişinin ya tanımadığından ya da kontrol edemediğinden kaçmasının mümkün olmadığı stres kaynaklarına uzun süre maruz kalmasıdır.
Duyguları tanımamak,
bastırmak,
diğerlerini kırmamak için kendini saklamak,
onaylanmak için kendi istek ve ihtiyaçlarını dizginlemek,
duygusal açıdan yetersiz, ihtiyaçlarımızı karşılamayan ilişkiler yaşamak,
hayır demeyi bilmemek,
öfkeyi sağlıklı bir şekilde ifade edememek,
yardım isteyememek,
yeterli sosyal destekten mahrum kalmak,
çözümlenmemiş çocukluk travmaları,
stresli ebeveynlere sahip olmak,
sevilmeme korkusu
gibi sebepler kronik/gizli stresi var eden ve sürdüren şeyler.
Duyguları bastırmanın vücudun bağışıklık sistemini de baskıladığını ve hatta bağışıklık sistemini vücuda karşı çalışır hale (otoimün hastalıklar) getirdiğini ifade ediyor Mate. Süregelen stresin kemik zayıflatma, depresyon, karın bölgesinde yağlanma gibi sonuçları olduğunu da belirtiyor.
Bağlanma ve özgünlük arasında
Mate'nin söylediği etkileyici şeylerden biri de insanın doğduğundan itibaren iki ana duygusal ihtiyacının olduğu.
Birincisi "bağlanma" dediğimiz, bebeğe bir yetişkin tarafından bakılmasını/ yetişkinin bebeğe bakmasını sağlayan mekanizma.
Eksik doğmuş yavrunun, kendi ayakları üzerinde durabilene kadar ihtiyaç duyduğu diğer kişi.
Yani ilişki, en yakın ilişki. Sadece bebeklikle de sınırlı değil. İnsanın yaşamının her döneminde yakın ilişki ihtiyacının olduğu, yetişkinlikte ise bu yakın ilişkinin duygusal kalitesinin sağlık üzerinde belirleyici olduğu bilinen bir gerçek.
Diğer ihtiyacı da "özgünlük/authenticity" olarak ifade ediyor Mate.
Kendin olmak, kendinle bağlantıda olmak, sezgilerini duyabilmek şeklinde tanımlanabilir bu.
İşin zor tarafı (stres), bu ihtiyaçların birbiriyle çelişebileceği durumlarda meydana çıkıyor.
Basit bir örnek veriyor Mate:
Çocuğun yemekten önce kurabiye yemek istedi. Sen de izin vermedin. Çocuk kendi isteğini bastırarak senin söylediğini yaptı. Öfkesini de göstermedi. "Ağlarken hiç güzel olmuyorsun" ya da "Bunda kızılacak ne var ki?" demiştin önceleri zaten. Çocuk, önce öfkelendiğinde sevilmediği kanısına vardı, sonra da kendi isteğini anne-babasının isteğine feda etti. Beğenilmek, sevilmek, onaylanmak için kendinden verdi. Öfkesini bastırdı.
(Bu özgünlük/öz değer kavramını daha iyi anlamak için Jesper Juul okumanızı öneriyorum. Ebeveyn çocuk ilişkisi bağlamında bunu çok basit bir şekilde anlatır. Çocuk Yetiştirme Rehberi/Sevgi ile Hayır demek kitapları Türkçe'de basıldı.)
Velhasıl, çocuklukta yaşadığımız büyüklü küçüklü travmaların içimizde yarattığı etkinin farkına varıp çözmezsek yetişkinlik hayatımıza da taşıdığımız; savunma mekanizmalarından oluşan bir kişilik maskesiyle yaşayarak kendi özümüze ihanet ettiğimiz, bu ihanetin bedelini de sağlığımızla ödediğimiz sonucu bariz.
Mate diyor ki:
Sağlıklı sınır koymazsan, ötekilerin hoşuna gitmek için hissetmediğin gibi olursan ve bunu bir ömür boyu sürdürürsen vücudun senin söyleyemediğin "hayır"ları söyler. Seni durdurur. Feci bir şekilde. ALS ya da Alzheimer ya da MS ya da meme kanseri ya da testis kanseri ya da prostat ya da yumurtalık kanseri ya da başka bir büyük hastalıkla.
Bir de şunu diyor:
"Travmayı değiştiremezsin ama ona karşı duruşunu, içsel tepkini değiştirebilirsin."
Yani "Senin Elinde!" diyor...
Sonuç
"Ben kimim?
Bu yaptığımı neden yapıyorum?
Yapmazsam beni sevmezler mi?
Ancak bir şeyler yaptığımda mı sevilebilirim,
olduğum halim ile sevilemez bir insanım,
sevilmek için kendimden vazgeçeyim,
saklayayım, gizleyeyim, öfkemi göstermeyeyim..."
Bu soruları sorup cevaplarını araştırmak uzun bir yol, evet. Olsun. Sormaya başladıkça belki de bazılarının, artık geçerliliği kalmamış çocukluk inançları olduğu çıkabilir ortaya.
Olduğun gibi kabul edildiğin bir ilişkin olabileceği hakikati çıkar. Kendinden feda etmeden de sevilebileceğini öğrenirsin belki...
Bazı insanlar tarafından aslında sevilmediğin ortaya çıkar ve çok büyük ihtimalle seviliyormuş gibi yapılmasından çok daha iyi gelir bu...
Seni seven, yanında durur zaten... Herkes tarafından sevilmesen de olur.
Yani, şimdi korkma çekinme ve sor kendine:
Kimsin sen?
Neredesin? Nerede bırakmıştın kendini en son? Dön bir bak.
Bak; içinde, farklı yaşlardaki hallerin bekliyorlar onları gör diye...
Fark et, gör, kabul et, diye bekliyorlar.
Küçükken kırılmıştı kalbin, evet, kabul edilmemişti öfken,
terk edilmiştin, yalnız hissetmiştin, çaresizdin belki...
Bırak onları, oldukları yerde, zamanda.
Bak artık kocaman oldun. İhtiyacın yok o duvarlara.
O kırgınlıkları ömrün boyunca taşımana gerek yok.
Kimseyi memnun etmek için değil; kendin olmak için, buna cesaret ederek...
Kimsenin duygularının sorumluluğunu yüklenmeden ama kendi davranışlarının sorumluluğunu alarak yanına...
Yürüyebilirsin.
Olduğun gibi, olabilirsin.
İşte bak. Hayat!
**
Konuyla ilgilenenler için diğer kaynaklar
Harriet Lerner - Öfke Dansı
“Ailelerimizin ve toplumumuzun kuralları biz kadınların, kendimizi, diğerlerinin istek ve beklentilerinden farklı şekilde tanımlamamızı güçleştiriyor ve önceliği kendi yaşamalarımızın niteliği ya da yönüne verdiğimizde diğerlerinden gelen olumsuz tepkiler kendimizi huzursuz ve suçlu hissetmemize sebep oluyor. Eğer öfkemizi, giriştiğimiz tüm önemli ilişkilerde açıkça tanımlamak için kullanmaz ve duygularımızla oldukları gibi başa çıkmazsak bu sorumluluğu bizim yerimize üstlenecek başka birisi olmayacaktır.”
Lerner, öfkeyi önemli bir işaret olarak tanımlıyor. İncindiğimizin, haklarımızın ihlal edildiğinin, gereksinimlerimizin ya da isteklerimizin doğru şekilde karşılanamadığının ya da belki de yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunun işareti. Bunların yanı sıra, "Yaşamımızdaki önemli bir duygusal sorunu ihmal ettiğimizi, ilişkimizde kendimizden çok fazla şey feda ettiğimizi, başa çıkabileceğimizden çok daha fazlasını yaptığımızı da işaret ediyor olabilir" diyor Lerner.
"Öfkemi ifade edersem artık sevilmez miyim, kabul edilmez miyim, yaftalanır mıyım, antipatik mi olurum; o zaman ben fedakâr kadın rolümü oynamaya devam edeyim ve toplumsal onayı kendi benliğimi açığa vurmaya tercih edeyim..." düşüncesinin insanı kendinden uzaklaştırarak hasta ettiğini ifade ediyor.
Breaking Free from the Victim Trap - Diane Zimberhoff
Birçok insanın ailesinden öğrendiği, bilinçsizce uyguladığı bir davranış modelinden bahsediyor. Kurban modeli denen bu davranış birçok bağımlılığın (sigara, alkol, seks, alışveriş, aşırı yeme vs.) yanı sıra kişilerarası doğru yürümeyen ilişkilerin de temeli olarak görülüyor...
Zimberoff’a göre birçok hastalığın ortaya çıkma sebebi ifade edilmeyen, bastırılan negatif duyguların bedende birikmesi. Negatif duygular, özellikle de öfke, söze ya da eyleme dökülmediğinde vücuda zarar veriyor. “Bazı insanlar bu öfke enerjisini çenesinde biriktirir” diyor yazar. Bu durumu diş gıcırdatma, çene kemiğinde kıtırdama gibi semptomlarla ilişkilendiriyor. Ülser ve kolon kanseri gibi hastalıkların öfkeyi vücudun karın bölgesinde biriktirmekten; meme kanserinin ise hayatı boyunca başkalarına bakmayı görev edinmiş, kendi ihtiyaçlarını göz ardı etmiş insanlardaki öfke birikmesinin bir sonucu olabileceğinden dem vuruyor.
Kendini başkalarının ihtiyaçlarına adayanların meme kanserine yakalanma ihtimalinin yüksek olmasını, kadın memesinin “ötekilere bakım verme” anlamına gelen bir vücut parçası olmasına bağlıyor. Zimberoff’a göre “Karnım ağrıyor” demek, “Ruhum acıdı” demekten daha kolay olduğu için insanlar duygusal yaralarını fiziksel yaraya yani hastalıklara dönüştürüyorlar...
Brene Brown'- Mükemmel Olmamanın Hediyeleri
Sahicilik, her gün yapmak zorunda olduğumuz bir tercihler toplamıdır.
Gerçek olma tercihiyle ilgilidir.
Dürüst olma tercihi.
Hakiki benliklerimizin görünmesine izin verme tercihi.
YORUMLAR