Tanrıça'nın izini sürerken
"Günümüzde kadınların karşı karşıya bulundukları zorlukların birçoğu, dünyada önceden erkeklere ayrılmış olan ve mitolojik bir kadın modelin yer almadığı eylem alanına girmelerinden kaynaklanıyor.”
Kahramanın Sonsuz Yolculuğu kitabıyla mitoloji alanına paha biçilmez bir katkıda bulunan Joseph Campbell’in Tanrıçalar ve Tanrıça’nın Dönüşümleri isimli kitabının ilk cümlesi bu…
Kadın ve erkek olmanın dinamiklerinin değiştiği günümüz atmosferinde kadının ev ve çocuk bakımı kalıplarından öteye taşıp birey olma, arayış içinde olma, kendini gerçekleştirme alanlarında var olmaya başladığını bunun için de rol modellere ihtiyaç duyduğunu anlatıyor Campbell.
Kadının bireyleşmesinin, dünyada söz sahibi olmasının onun erkek ile rekabet halinde olması ya da erkeksileşmesi demek olmadığını, buna kadın doğasına ait, kadınca ve kadim bir tavırla yaklaşmanın mümkün olduğunu ve hatta insanlık tarihinin çok geride kalmış zamanlarında bunun örneklerinin binyıllarca yaşandığını anlatıyor. Yani bu dünya üzerindeki varoluş birçok alanda olduğu gibi tarih alanında da döngülerle ilerliyorsa geleceği bulmak, kurmak için geçmişe bakabiliriz belli ki.
“Eski modeller artık işe yaramıyor ve yenisi de henüz oluşmadı” diyor Campbell.
Bu kitabı oluşturan konferans konuşmaları günümüzden neredeyse 40 yıl önce can bulmuş olsa da, Campbell’in bu lafı hala geçerli. Özellikle de Covid_19 ile alt üst olmuş normalimizi, yeni normal, eski normal, normale dönme, dönememe, dönecek normalin kalmadığı bilinci vs ile harmanladığımızda bundan daha hakiki bir tespit yok desek yeridir. Yeni olan her ne ise bu bizim davranış, tutum ve vizyonumuzla şekillenecek. Yani sorumluyuz. Her birimiz. İçinde yaşadığımız hayatı an be an var etmekten.
Yaşam veren ve yaşamı besleyen iki unsur: Toprak ve Kadın ve hatta bunların yaratımın merkezi olduğu dönemde yaratıcı ateşiyle yaşamı var eden güneş… Her biri dişil ilkenin birer temsilcisi olarak saygı görür, mabut olarak tapınılırdı diyor Campbell.
Daha sonra erkeğin merkez rolü aldığı, kabile merkezli, tektanrılı mitolojilerin bunların üstünü örtmesiyle güneşin eril, ayın dişil (ikincil) kabul edildiği bir anlayışın başladığından dem vuruyor.
Yüce Tanrıçaya dair ilk imgeler İÖ 7000 ve 5000 arası döneme ait Çatalhöyük’de bulunan figürlerden. Tanrıça hem yaşamın, hem ölümün, hem insanların hem hayvanların hakimi.Doğuran ve besleyen. Kaynak ve hedef...
Campbell bu konuşmaları yaparken henüz Göbeklitepe bilinmiyor. Şimdi bu bilgi güncellenmiş olsa gerek.
“O dönüştürücü olan. Geçmişin tohumunu alıp bedenin büyüsü rolüyle geleceğe dönüştürendir.”
Mısır, Sümer, Yunan, Hindu, Budist buluntular ve mitlerde tanrıçanın izini süren Campbell’ın kitabının ilk bölümünde sıklıkla bizim toprakların, Mezopotamya’nın, Dicle ve Fıratın oluşturduğu bereketli hilalin, Küçük Asya’nın adı geçiyor…
Tanrıça İsis adıyla, İnanna adıyla, İştar adıyla, Artemis adıyla daha sonra tektanrılı dinlerin etkisi altında Meryem Ana adıyla bu topraklarda yaşamını ve hükmünü bu güne dek zayıflayarak sürdürüyor…
Tanrıça merkezli mitlerde evrenin tüm unsurlarının canlı ve ruhlu addedildiği, suya, toprağa, gökyüzüne, besinimiz olan hayvanlara ve bitkilere aynı önemin verildiği, tüm yaşamın birbirine bağlı bir ağ olarak algılandığını ifade eden Campbell daha sonra bunları yıkarak kapsayan sürü güden, kabile halklarına ait erkek merkezli mitlerde ise ayrılık anlayışının, dışsal mabut anlayışının, evrenin canlı değil nesne olarak algılandığı bir anlayışın hüküm sürdüğünün altını çiziyor.
Kadın merkezdeyse toprak canlı, herşey birbirine bağlı
Erkek merkezdeyse toprak eşya, her şey ayrık, kendi çapında...
“Avlanma vurgulu toplumlarda mitoloji erkek odaklı, toprak ekme vurgulu toplumlarda ise kadın odaklıdır” diyor Campbell…
Sadece doğal unsurlardan kopuş değil, Yaratıcı’yı da kendinden ayrı bir yere koymak söz konusu erkek mitin merkez olduğu algıda. Tanrı saydam değil, nihai bir terim olarak insandan ayrı bir şeydir. Tanrıça merkezli düşünüşte ise her şey ve herkes yaratıcının bir tezahürüdür ve dolayısıyla kutsaldır.
Dişi ilke bizi önce fiziksel olarak ardından da tinsel olarak doğurur. Doğumu gerçekleştirebildiği için kadın, insan dünyasında tapınılan ilk varlıktır…
Campbell diyor ki:
“Kadın, doğa ilkesini temsil eder. Erkek ise toplumsal ilkeyi ve toplumsal rolleri. Baba topluma hazırlayan, hayatın anlamını gösterendir, anne ise bizzat hayat ilkesinin kendisi. Toprak doğurur, besler aynı zamanda bizi geri de alır. Kadın ölümün de annesidir, o geceye döner ve uyuruz…”
Bunları okumak hoşuma gidiyor…Tıpkı Atiye'yi izlemeyi de sevdiğim gibi. İzlediyseniz eğer ne dediğimi anlarsınız. İzlemediyseniz adres: Netflix (ilk sezon ile ilgili şöyle bir analiz yazım da vardı)
Şimdilerde, içinizdeki tanrıçayı uyandırın’dan, Vahşi Kadının izini sürmeye uzanan, varoluşun dişil boyutunu hatırlamaya başladığımız bu süreç daha bir anlam kazanıyor bu kitap sayesinde… Dişil doğa uyanırsa yeniden, toprakla olan ilişkimiz, sadece toprakla değil, “çevre” diyerek kendimizden ayırdığımız doğaya ait tüm unsurlarla olan ilişkimiz iyileşme yoluna gider; doğayı nesne olarak gören ve bu şekilde hunharca tüketen anlayıştan kurtulmak için bir umut ışığı doğar gibi geliyor bana…
Bu düşüncede, umutta yalnız olmadığımı biliyorum. Şaylan Yılmaz ile birlikte antik rotaları yürüyen kadınları da bildiğim için biliyorum.
Her bir sayfasını büyük zevkle okuduğum kitap, son 2500 yıldır yeryüzünü tesiri altına almış, erkek odaklı tektanrılı dinlerin mitolojilerinin kökenlerine de çok aydınlatıcı bir bakış açısı sunuyor. Görünenin ardındaki görmeye, kültürün ezberlettiği doğrunun ötesine bakmaya merakınız varsa okumanızı öneririm. Pek güzel kafa açıyor.
Sevgili Ahmet Yazman’ın karantina döneminde yaptığı zoom buluşmalarından bazılarında da bu konular geçiyor. Ben Campbell’dan önce Ahmet’den dinledim Ana Tanrıça’yı. Size de öneririm
Ve hatta sevgili İlkgün Amitabha'nın açtığı alanda bu kitabı sanal buluşmalarla birlikte okumaya niyet etmiş bir grup da var. 1.Ekim akşamı 21.00'de başlayan bir okuma yolculuğunun detayları:
Meeting ID: 545 791 4445
Passcode: 4445
İyi okumalar
d.
YORUMLAR