Sen kimsin Atiye? Biz kimiz?

Sonunda oldu. Ülkede konuşulan minicik gündemlerden birisi ucundan kıyısından da olsa benimkiyle denk düştü. Bu yazıda güncel bir diziden bahsedeceğim. Atiye’den. Sanki tam da bize, bizi anlatsın diye, biz de izleyelim diye yapılmış bir dizi, öyle değil mi? (Biz kimiz ki?)





Evet, konum Atiye; diziyi izlerken aklımdan Kurtlarla Koşan Kadınlar masalları çalışarak geçirdiğim bir senede boyunca onlarca çemberde anlattığım olay örgüleri ve arketipler geçti durdu. Bu yazı, Atiye’yi arketipsel olarak anlama denemesi. Dizinin gidişatıyla ilgili bilgiler içereceğinden “daha izlemedim” diyen okuyucuyu uyarmam gerek.


Clarissa P. Estes, peri masallarını incelerken, hikayenin içindeki herkesi tek bir kişinin benliğinin farklı parçaları olarak algılamaya davet eder okuyucuyu. Ben de öyle yapmak istiyorum elimden geldiği kadarıyla.


Atiye. Erginlenmemiş genç kadın. Kız çocuğu değil artık ama tam olarak olgun kadın da değil. Safdil bir tarafı var. Ressam. Yaratıcılıklığını ortaya koyduğu bir iş onu vahşi anaya yakın bir tipoloji yapıyor. Vahşi Ana, bizim kitabın özü. Hepimizin aradığı, aradığını bilmediği, yaşamı yaşamaya değer kılan, sezgi. Atiye daha önce hiç görmediği, ne olduğunu bilmediği bir sembolün resmini yapıyor sürekli. Bir sevgilisi var. Bir annesi, babası ve kız kardeşi var. İlk kişisel sergisinde açılıyor hikaye. Yakınlarını tanıyoruz.


Atiye’nin annesi, toplumun sesi. Özünden ayrı düşmüş, kendiyle bağlantısı kalmamış, köklerini (annesini ve ondan geçen gücü) reddetmiş ve en yakınlarından dahil kendisiyle ilgili önemli bilgileri saklamış bir kadın, sahte, sığ bir yaşamın timsali. Clarissa olsa ona “Zombi Kadın” derdi. Çağrıyı duymuş ama duymazlıktan gelmiş. Bu inkar içindeki yaşamın onu getirdiği yer, ne kendisinin, ne kızlarının, ne annesinin halini, hakikatini idrak edememek. Masallardan örnek vermek gerekirse kızını Mavi Sakal ile evlendirmek isteyen anneye benziyor çokça, biraz da Kırmızı Pabuçlar’daki kurumuş yaşlı kadına.


Anne tam bir “elalem ne der” insanı, “Ressam olup da ne yapacaksın, git bir okulda öğretmen ol, mesleğin olsun” insanı, “Bu adamdan iyisini mi bulacaksın, kaçırma evlen” insanı... İyi tanıdığımız bir arketip. Atiye’nin ve her birimizin içindeki çocukluktan beri dayatılmış olan: Toplumun kadından beklediklerini, kurumuş kuralları, ezberleri, özgün ruhu tornadan geçirip ötekilere benzetme gayretini temsil ediyor.


Baba, şefkatli fakat etkisiz. O da kendi gücüne sahip çıkmamış, zayıf kalmış, olanı olduğu haliyle görmekte zorlanan lakin anneye göre kalbiyle teması daha güçlü. O temas sayesinde kızlarıyla bağını kuvvetli tutan bir maskülen figür. Baba, sağlıklı bağlanma.




Atiye’nin erkek arkadaşı ve onun babası. Her ikisi de Mavi Sakal’ın, Ruh Derisi’ndeki hırsız adamın birer tezahürü. Kendi ışığını kaybetmiş, yalan, dolan ile başkasının ışığının peşine düşen bilinç katilleri onlar. En iyi giysileri giyen, eğitimli, görgülü, hali vakti yerinde fakat ruhu olmayan adamlar. Sağlıksız animus temsilleri. Hani, bir şey yapmaya kalkışırsınız da içinizden bir ses “yeterince iyi değilsin” der, işte bu adamlar o ses’ler. Hani bir heyecanınızdan bahsedersiniz, bir hayalinizden “kim yapabildi ki sen yapasın, hiç kalkışma bile” der. Maddi konfor karşılığında ruhun özgürlüğünü alma anlaşmasıdır onunla yapılan. Onu sınırlandırır, çerçeveler, allar, pullar, koluna takar dolaştırır ama aslında hiç alan açmaz özgünlüğe, özgürlüğe, yaratıcılığa. “Anti-depresanlarını alırsan, düğünümüz hayatımızın en şahane günü olacak” der. Sevgililik değil, sahip olmak ister. İşte bunlar içimizin o yönleri, dışımızdaki öyle adamlar.


Atiye makbul damat ile evlilik yolundayken bir çağrı duyuyor kalbinde. Herkes hayatının bir yerinde duyar bu çağrıyı. Kimi peşine takılır gider Atiye gibi, kimi kulağını tıkar ve gün geçtikçe kendinden daha uzaklaşır, annesi gibi. Çizdiği sembol beklenmedik bir yerden görünür oluyor ve Atiye, makul evlilik adımını boş verip, beklenmedik bir yolculuğa çıkıyor. Kahramanın yolculuğu burada başlıyor.





Bu yolculukta kadim topraklarda hayali bir genç kadının peşinde, anneannesine varıyor. Anneanne, Vahşi Kadın’ın ta kendisi, zamanın kendisi kadar yaşlı, hırpani görünen, vücudu sembollerle dolu, geçmişi ve geleceği okuyabilen bir şifacı. Deli diye kapatılmış bir köşeye. Anneanne, Vasalisa’ya hayatın sırlarını öğreten Baba Yaga, Nehrin Altındaki Nehir, Örümcek Kadın, La Loba. Anneanne sezgisel doğa. Anneanne Atiye’nin içinde, daha büyük bir şeye özlem duyan taraf, daha tam bir hayata, kalbi kaplayan bir sevdaya, bir oluşa öykünen taraf. Onu, kendisini aramaya, gücünü bulmaya teşvik ediyor.


Atiye, mağaralardan geçiyor, vizyonları takip ediyor, yer altına gömülüyor ve hep aynı soruyu soruyor hayat ona: “Sen kimsin?” Anahtar bu soru. Anahtar soru bir kere soruldu mu bilinçte köklü bir değişim başlar.


Hepimizin, kendimize zaman zaman sorduğumuz, bizim ve bizim gibilerin, çemberlerde, yollarda, yöntemlerde, masallarda arayıp bulmaya kalkıştığı, kimi zaman bulduklarımızla arşa çıkıp yıldızlara karıştığımız kimi zaman yerin dibini boylayıp orada sıkıştığımız cevapları olur bu soru’nun. Atiye, bu sorunun peşinde uzun zamandır bilincinin kapalı kapıları ardında tuttuğu karanlık anılara dönüp bakıyor cevabı ararken; bilip de bilmezden geldiklerini görüyor. Bir kere gördükten sonra, bir daha eskisi gibi olamıyor Atiye; severmiş, yaşarmış gibi, kendisine uygun görülen toplumsal normlara uyarmış gibi yapamıyor.


Uykuda olan, henüz erginlenmemiş, tecrübesiz olan genç kadın bir sembolün peşinden çıktığı yolculukta kişiliğinin kabuklarının soyulduğu, öze doğru bir yolculukta dönüşüyor. Atiye yavaş yavaş sezgisiyle kuvvetli bir ilişki tesis ediyor. Anneannesinden miras aldığı, annesinin reddettiği gücü yani sezgiyi kullanmaya başlıyor. Ve böylece makul fakat ruhsuz damat adayından sıyrılıp kalbini attıran, onu olduğu gibi sevip inanan adam ile yakınlaşıyor.


Sağlıksız animus, sağlıklı animusa dönüşüyor. Mavi Sakal’ın yerini Elsiz Kız’daki Kral alıyor... İşte o da Mehmet Günsür.


Atiye, bize bizi anlatıyor. Karmaşık bir etkinlikler yumağı haline gelmiş, ait olmadığı şekillere uymaya çalışırken kendinden olmuş zamane kadınının halini ve bilgeliğin kaynağına erişiminin önemini anlatıyor. Sevgili Selen (kırk kilit) yazısında demiş ya Atiye, rahim bilgeliğini anlatıyor diye. İşte öyle.


Atiye bir yolculuğa çıkıyor.


Bizlerin yolculuğuna. Dışarıdan, içeri doğru.


Ya siz? Biliyor musunuz, kimsiniz?


**


Türkan Arasan'ın Atiye yazısı için tıklayın...


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.