Sihirli Çember!

Çok uzun zamandır gitmediğim, yolunu kokusunu unuttuğum bir yerde buldum kendimi sanki bir anda. Aniden kolundan yakalayan bir duygu gibi yerleşti içime, nazikçe tuttu ve oturttu beni olduğum yere.


Odasının ortasında oturmuş Kadıköy’de bir yerlerden bulduğu yeni bir albümü dinleyen, sevdiği dergilerden resimleri, şiirleri kesip bir yerlere yapıştıran, hiç gitmediği yerlerin hayalini kuran, hiç tanımadığı insanlarla yapacağı sohbetleri tasarlayan, yazan, boyayan; oturduğu yerden dünyayı keşfetmeye çalışan o genç kızı hatırladım.


Herkes yattıktan sonra başka âlemleri odasına davet eden, sessiz şarkılarını söyleyen; kitaplar, defterler ve fotoğraflardan oluşmuş o sihirli çemberin ortasında bağdaş kurmuş oturan, kendini, dünyayı, büyümesini dinleyen o kız.


Bugün çok tanıdık bir sesin yeni şarkıları yeni evime, yeni odama yayılırken o çember yıllar sonra yeniden belirdi gözümün önünde.


Bugün durup geçmişte olanları, yaşananları veya yaşanmayanları düşünmekten özenle kaçınıp sadece o olma halini düşündüm.


Özlem değil. “Ah nasıl geçti o yıllar” hiç değil.


Sadece hatırladım ve aslında bilmeden, anlamadan kendime ne kadar büyük bir hediye vermiş olduğumu fark ettim. Boş boş otururdum odamda o zamanlar, “şunu yapsam bunu yapsam daha iyi olurdu” dedim belki hep ama meğer ne büyük iyilik etmişim hayatıma o sihirli zamanları yaratarak.


Ve ne kadar ihmal etmişim o çemberi.


Pek çok kültürde Yeni Ay, genç kızı ve genç kızlığa dair oluşları simgeler. Bu ayki Yeni Ay zamanı doğum günüme denk geldi, ben de bir yandan çocukluktan genç kızlığa geçişimi düşünüp kendime hediye edeceğim kitabı ararken tesadüfen bir kitapçıda çalmaya başladı “ablam o benim!” dediğim kadının yeni şarkıları. Alıp heyecanla eve getirdim onu, o da işte bu kolumdan yakalayan hislerle doldurdu içimi.


Bana o rengârenk odamdaki tatlı yalnızlığımı hatırlattı. Tek işim büyümekti, izlemekti, tadıp koklamaktı o zamanlar. Şimdi biraz büyüdüm de ne oldu sanki önemli işler peşinde koşturuyorum, başka âlemleri davet etmek ya da bir sigara yakmak için kimsenin uyumasını beklemem gerekmiyor.


Renkli bir odam, dahası rengârenk kocaman bir evim var o minik odama kıyasla; istediğim o yeni albümü almak için para biriktirmem ya da Kadıköy’de tezgâh tezgâh dolaşmama gerek yok!


Ama ihmal ediyorum işte o kişisel, sihirli çemberimi. Sadece benim sevdiğim şeylerle etrafımı çevirip bu koca dünyada kendime küçücük bir alan yaratıp büyümeye devam etmeyi. Zaten büyümeye devam ediyor olduğumu fark etmeyi ihmal ediyorum.


Bugün o çemberde çok kez beraber oturup asla göndermeyeceğim mektuplar yazdığım, onu dinlediğim, daha ilkokuldayken satın aldığım ilk kasetini hala sakladığım Şebnem Ferah’ın yeni albümünü dinlerken bunlar geçti aklımdan.


Yetiştirmem gereken “önemli işler”imi bir kenara bırakıp oturdum yeni odamın ortasında. Bilgisayarımı değil, babamdan kalma o eski daktilomu açtım. Bir mum yaktım ve Kadıköy kokuyor dediğim o tütsüden değdirdim biraz muma.


Oturdum, en sevdiğim kadının sesini, yeni şiirlerini dinledim, yazdım, okudum, boyadım.


Çok uzun zamandır kendime bu kadar güzel bir hediye vermemiş olduğumu fark ettim. Doğum günümde aldığım kocaman Alice cildi de fena değildi tabi, ama bu kesinlikle en iyisiydi.


Kadın olmanın en acayip evrelerinden birinde edindiğim o sihirli alana sahip çıktım, üzerindeki tozları temizledim ve yeniden hayatıma dahil ettim o hali.


Sizin sihirli çemberiniz nerede?


Nerede unuttunuz onu?

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.