Doğa Ana'nın yöntemleri
Son kez yazdığımdan beri tam on beş gün oldu. On beş gündür elim kalem tutmuyor. On beş gündür tarihinin en afili paradoksunu sergiliyor zihnim, bir berraklaşıp bir kararıyor, hop oturup hop kalkıyor kalbim. Çoğunlukla çok uyumaktan muzdarip bünyem uykusuzluğuna Deniz’in sözleriyle teselli buluyor, hayra alamet sayıyor kaçan uykularımı. (*)
Bu kadar insanın içini ezen ve aynı zamanda bu kadar umut verebilen kaç tane şey var hayatta, düşünüp duruyorum. Dualarıma dileklerime kendiliğinden bir çeki düzen geliveriyor, kardeşim dediğim onca insan benim için, hepimiz için el ele, omuz omuza yürürken tüylerim diken diken oluyor, hiç bilmediğim yakarış yöntemleri keşfediyorum hâlihazırda bende yazılı olduğunu gördüğüm.
Kimse kızmasın bana, en çok kadınları görüyorum. Karnında bebeği, elinde çocuğu meydanlardalar. Yeni Ay’ın çekingenliğiyle genç kızları, Dolunay kararlılığında göğsünü geren yetişkin kadınları, Son Dördün bilgeliğinde koca Ana’ları görüyorum şifalı ellerini kaldırmışlar; ya dua ediyorlar, ya hamurlar yoğuruyorlar cancağızlarına, ilaçlar hazırlıyorlar, can veriyorlar. Bu kadınların, böyle gerçek insanların ahını almayacaksın. Muhtaçsın onların dualarına. Alaşağı da ederler, göklere de çıkarır onlar dualarıyla. Kadınları, erkekleri, çocukları sokağa dökmeyeceksin. Ömrü billâh borçlanabilirsin onlara. (**)
Kardeşliğin, birliğin, meydan romantizminin romanlara veya düşlere özgü olmadığını görüyorum. Bir derdi olan insanların, insanca yaşamak isteyenlerin tam da bu dertten muzdarip bir araya geldiklerinde nasıl da pırıl pırıl olabildiklerini keşfediyorum.
Güzellik, mizah, dayanışma, birlik dersi veriyorlar hepimize. Tek bir kişinin sesinden nasıl da farklı çıktığını görüyorum yüzlercesi bir olup ses verdiğinde.
Sırası geldiğinde Doğa Ana, en basit ve en gizemli sembolleriyle yanıt vermiştir insanlığa her zaman. Bu sefer “mesele üç beş ağaç mı sahi?” dediklerinde bu yüzden muzip bir gülümseme yerleşiyor yüzüme, başka ne olabilirdi ki? Başka ne, hangi simge, hangi aşk bunca dağınık öfkeyi, ezilmişliği, direnişi tek bir ses haline getirip düzenleyiverirdi? Ya ağaç olacaktı, ya deniz…
Doğanın Annesinin ikamet ettiği, dualarıyla ördüğü, bin yıllardır beslediği bir şey olmalıydı tam da.
Bu yüzden ilk defa, bir hikâyeye tanıklık ederken gözyaşlarım hiç utanmadan teftişe çıkabiliyorlar, hala yürek kalmış mı, hala utanması var mı bu insanlığın diye. Her seferinde de mutlu dönüyorlar geriye, “umut var, merak etme” diyorlar. Baskı var, çirkeflik var, çirkinlik var, elbette. Ama bizim de dualarımız var, birliğimiz var, umudumuz var.
Dualarımız parklarda, meydanlarda, ağaçlarda. Cesurca yükselen her seste, tökezlese de koşmaya devam eden her gencin arkasında.
(*) “Vatan için uykularınız kaçıyorsa, devrim başlamış demektir.” – Deniz Gezmiş
(**) “Ne zaman bir erkek, bir kadın ya da bir çocuk sokaklara çıksa ve insan hakları için kaderini tayin etmek için, demokrasi için ayaklansa; dünyanın geri kalanı onlara borçlanır.” – Roger Waters
YORUMLAR