Cadı avı
Kimsenin kimseye karıştığı yok, dekolte giyiyor diye kimsecikler hapse girmiyor memlekette, demokrasimize şükürler olsun.
Mesela evlenmeden çocuk sahibi olan kadına da herhangi bir hukuki yaptırım uygulanmıyor değil mi?
Canım üç çocuk beş çocuk istiyoruz da, kimseyi de zorla doğurtturmuyoruz hani...
Hem doğum demişken, her kadın istediği gibi, inandığı gibi doğurabiliyor kanunen.
Pantolonunu tişörtünü giymiş balık tutan kadını hatırlıyor musunuz? Elalemin dikkatini cezbetmekten karakolluk olmuştu da suçsuz bulunmuştu neyse ki.
Gündeme baktığımızda görüyoruz ki başörtüsü takmak isteyen de özgür, takmamak isteyen de özgür ülkemizde. Kimse tak demiyor, takma demiyor. Güllük gülistanlık maşallah.
Özgürlük kısıtlamayı taşla ezmek, sopayla dürtmek, mani olmak veya istenmeyen eylemi ağır bir şekilde cezalandırarak had bildirmekten ibaret zannedenler var. Kendileri bana, kocasından-eşinden-babasından her türlü duygusal, manevi şiddeti gördüğü halde “Bana fiske vurmamıştır!!!” diyerek yine evinin direğini ele güne savunan – belki de savunmak zorunda bırakılan kadınları anımsatıyor. Öyle bir ezilen psikolojisi ki, buna şükürcülükten başka şansı kalmıyor hayata tahammül edebilmek için. Kızamazsın ki. Tutup kollarından sarsamazsın ki her birini. O evin direği olmazsa dünya başına yıkılıyor sanıyor, biliyor bunu, belki de sahiden yıkılacak hayat ona başka sütunlar inşa etme imkanı vermediği için; zaten doğuştan sahip olduğu sapasağlam bir temelin gençliği boyunca beslenmeye beslenmeye çürüyüp gittiğini bilemeyecek kadar kaptırmış kendini sağ kalma, koruma-kollama mücadelesine.
Masum bir Stockholm Sendromu tecellisi.
Birilerinin kızı, bir adamın karısı olmadan; sadece ‘kadın’ olabildiği kaç an var hayatında?
İçinde bir yerlerde kıpırdanıp duran, kuytudan kestirdiği dolunaya dalıp gidip dalgınlığına mana veremeyen bir kadın.
Mutlu etmek istediği, utandırmamak, gururlandırmak istediği, besleyip büyütmek istediği kimseler olmadan durduğu anlarda huzursuzlanan, içine dönüp kendi labirentinde yürümeye başladığında başı dönen bir kadın.
Hepiniz o kadını tanıyorsunuz. Bir yerde muhakkak gördünüz. Durup dururken “Hayatımdan memnun değilim! Hiç özgür hissetmiyorum!!!” diye bağırsa herkesin ağzı açık bakakalacağı o kadını gayet iyi biliyorsunuz.
***
‘Dünyanın en ünlü cadısı’ Lisa Simpson’ın da dediği gibi: “Neden insanlar kendinden emin ve güçlü kadınlara cadı derler ki?”
Lafını sakınmaz, cadı olur. Burnunun dikine gider, cadı olur. Çok bilmiş küçük kız çocukları bile ‘cadoloz’ diye mıncıklanır.
Vaktiyle yeni dinin/kilisenin erkek egemen anlayışına ve kanunlarına ters, ‘acayip’ davrandıkları için, toprakla, şifayla, ruhlar alemiyle bağlantılarını koparmadıkları için cadı ilan edilen ve alelacele infaz edilen kadınlardan öylesine korkmuş ki bu bizim ‘erkek’ler, aklın mantığın ışığında bu çılgınlıktan vazgeçileli yüzyıllar geçmesine rağmen bilinçlerinin kıyısına köşesinde kalıvermiş korku kırıntıları.
Bugünün erkekleri kimseyi toplayıp diri diri yakmıyor, zindanlara atmıyor; özgürlük ve demokrasi almış başını gidiyor ve kadınlarımız özgür artık.
Cadı diyorlar, bakmayın, şakasına. Başörtüleri günlerce gündemleştiriliyor, takmayın. Dekolteleri lanetleniyor, olsun canım, yapma diyen mi var! Mahremleri, gebelikleri, doğumları ağızlarda sakız ama olsun. Özgürüz elhamdülillah.
Sahip olduğum ve olabileceğim bütün mütevazılığı takınmaya çalışıp deniyorum, iyimser olmaya çalışıyorum, belli oluyor mu?
Öldürmekten vazgeçtiler, fiziksel şiddet de hadi azalıyor diyelim. Ama şu sözlü-manevi taciz işinden ne zaman vaz geçecekler, ne zaman uyanacaklar merakla bekliyorum. Biz görür müyüz dersiniz? Kızlarımız görür mü o günleri? Bu bütünsel cadı avı azalarak bitiyor mu dersiniz, daha çok mu yolumuz var?
YORUMLAR