Durduk Yerde Viking Olmak

Öğlenin birinde muazzam bir iç sıkılması ile baş başa kaldığını düşün. Bir önceki günü gayet sırıtarak tamamlamış ve mışıl mışıl uyumuşsun ama güneşle beraber yükselmiş yine tam şöyle ağzına vurmalık bir melankoli. Yapışmış gitmiyor. Ne yapsam diyorsun, ne yapsam da ağlamasam, ne yapsam da gitse şu uğursuz uğultu.


Sonra birinin sana 'kahve iç' kadar basit, sakin, alelade bir öneri ile geldiğini düşün. 'İçine de bir çubuk tarçın at' mesela. Tarçını bilen bilir, lezzetlidir, egzotiktir, afrodizyaktır, kan şekerini dengeler, keyif verir. Tamam tarçın var ama şu melankoliyi def edecek kadar kuvvetli türde bir kahve yok evde. Hava neredeyse otuz beş derece, yılın ilk en sıcak günü. Şimdi şöyle düşün, öfleye pöfleye giyiniyorsun ve şıpıdık terliklerini ayağına geçirip okkalı bir kahve bulabilmek için dışarı çıkıyorsun. Bu sırada sana kahve içmeni önermiş olan biricik yoldaşın sana aslında bir sefere çıkıyor olduğunu hatırlatıyor ve oyun başlıyor.


Gemilerini hazırlatıyorsun hemen, yelkenler açılıyor, kalkanın titizlikle parlatılıyor. Suratın öyle asık ki, sıcaktan ve güneşten kırışmış sanıyor herkes. Süper havalı güneş gözlüklerini de takmamışsın üstelik. Kılığından ve yüz ifadenden dev bir 'ne var be!!' okunuyor. Yürüyorsun. Penyeden ibaret kıyafetini sadece çok hayalcilerin görebileceği bir kumaştan yapılmış bir pelerin süslüyor. Yakınlardaki bütün marketler, anlaşmış gibi filtre kahve satmıyor. Yeterli uzaklıkta sayılabilecek bir markette bulduğun alabildiğine dandik bir markanın kahvesi, sloganıyla 'duygularını tatlandırabileceğini' iddia ediyor. Bu sırada onca sıcağa rağmen patlayan gök gürültülerini duyabiliyorsun, bu koydan ayrılmanın zamanı geldiğini söylüyor sana Odin te en tepelerden. Bir önceki market-köyden aldığın-yağmaladığın bir kilo angelica eriği de elinde üstelik. Muska gibi bağlamışsın bileğine. O kadar uzağa gideceğini bilmeden alıvermişsin azıcık kaynatır reçel yaparım diye. Macera devam ediyor.


Şatondan dünya bakışı yaklaşık 2 kilometre, hayalci uçuşu 200 deniz mili uzaklıktaki bir kuytuda aradığın kudrette bir Viyana Kahvesi bulmayı başarıyorsun. Yayını zafer nidalarıyla kaldırıp parayı veriyorsun ve poşete konmuş yüz gram kahvenin kokusu başını döndürüyor. 'Gelmişken alsa mıydım biraz daha' demiyorsun bile. Bu çarşı-gezmesi çoktan bir kahve seferine dönüştü çünkü. Bir elinde bir kilo erik, diğerinde yüz gram kahve. Hangisi daha ağır bilmiyorsun. Caddedeki bankta minik bir zafer sigarası tüttürdükten sonra eve dönüş müjdesini veriyorsun sadık mürettebatına. Zafer ve sevinç nidaları duyuyorsun caddenin uğultusunda. Daha kilometrelerce yürürsün ama sarhoşsun. Taksiye atlayıp dönüyorsun eve.


Şimdi bu öğleden sonrasında yaptığın bu küçücük yolculuğun hayatında neleri değiştirebileceğini düşün. Gerçekliğe yapılabilecek müdahaleleri kimlerin eşliği ile yapmak isteyebileceğini düşün ve bir karar ver. Bunun aslında mahalledeki en sevdiğin oyun arkadaşın, karın, kocan, sevgilin, dostun, öğretmenin filan olabileceğini düşün. Hayatındaki en kıymetli oyun arkadaşlarını düşün.


Kahveni içerken şükret. Kahvene kanlı canlı sohbeti ile eşlik edebiliyor olmasa bile mütevazı bir katkı ile, hatta farkında bile olmadan sıradan bir öğleden sonrayı heybetli bir Viking seferi tadında yaşamanı sağlayabilen insanlara şükret.


Gerçeğin ta kendisi iyidir, şahanedir, ne kadar yakınsak o kadar iyi. Ama kıyılarında dolaştığımız, süzüldüğümüz, onu biraz eğip büktüğümüz zamanlara da şükürler olsun. Böyle zamanların eşlikçileri de, mümkünse, hep buralarda olsun.


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir böylesi yol arkadaşlarım çok beni zaman zaman kendimle başbaşa bıraksalar da. ama sigarasız zaferlerini kutlasınlar, kahveye ve sohbete sonsuza kadar varım. duygu'nun yüreğine sağlık bu güzel yazı için...
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.