Can bedenden çıkarken...
Doksanlı yaşlarda, ölüm döşeğindeyim. İçimde eksiksiz bir huzur; kavuşma vakti yakın. Etrafımda -çoğu genç- yedi-sekiz dost, ben gitmeden son bir kez görüşmek isteyen... Çam fıstıklı helvalarını yiyorlar afiyetle. Evet, benim helvam ben daha gitmeden kavruluyor ve bol kepçe dağıtılıyor. Pişiren, elbette ki yine bir dost; gelen-gidenin de yardımıyla...
Alanda belli belirsiz bir hüzün sezilse de dram yok. Hem yaşımın büyüklüğü sebebiyle doğal karşılanıyor olsa gerek hem de belli ki bu derse iyi çalışmış, iyi hazırlanmışız. Birkaç damla gözyaşını paylaşınlar yok değil, ki o kadar da olsun zaten. Yas'tır, ıskalamaya gelmez. Apayrı bir lezzeti var, tutmasını bilene...
Zihnim gayet açık, sadece her zamankinden de yavaşladığını fark ediyorum. Bedenim de fena değil. Kişisel ihtiyaçlarımı giderebiliyorum, şükür ki. Yalnız birkaç haftadır banyo için destek alıyorum; iyice yorucu olmaya başladı. Yemeğimi dostlar önüme sunuyor, kendim yiyebiliyorum; çok sevdiğim şekilde, yani elle, çoğu zaman...
Dışarıdan bakan, ölüm döşeğinde olduğumu söylemez lakin öyle olduğunu biliyorum. Az kaldı, çok az. Kavuşacağım O'na, pek yakında...
Kaçar gibi gidiyorum sanmayın. Bu âlemi çok sevdim ben. Keyifli bir yolculuktu. Dualite (ikilik) dünyası özel bir sınav, deneyimlediğime ve içinden geçtiğime çok memnunum. Ne yalan söyleyeyim, onu aşmak da güzeldi. Bu dünyada ikiyi bir etmek nasip oldu çok şükür. Gösterene, ihsan edene şükran...
Sevinçle gidiyorum; içim içime sığmıyor. Sığmadığı için çıkacak zaten can bu bedenden. Vakit yaklaştıkça maddesel âlemde ne kadar yavaşlıyorsam tuhani âlemde o kadar hızlı titreşiyorum. Çok değil, üç vakte, bu titreşimlerin yoğunluğu öyle bir noktaya gelecek ki vereceğim son nefesi. Yok başka çaresi; dar gelecek iyice bu gömlek ve dikiş tutmayacak artık, yırtılıverecek bir an'da.
Çok sevdim, çok! Dağı, taşı, toğrağı; bitkiyi, hayvanı, insanı; unutmayı ve hatırlamayı; bulmayı ve keşfetmeyi çok sevdim. Bu oyunu çok sevdim... İnanılmaz detaylarla bezenmiş, nakış gibi işlenmiş bu oyunu çok sevdim.
Bulmacayı çözme yolculuğu harikaydı, çözülme an'ı nefes kesiciydi. Sonrası sâfi huzur, eksiksiz ve kesintisiz. Sâfi sevgi, sâfi şefkat, sâfi aşk!
Sonrası, oyunun oyunluğuna uyanan dalgıç dostlarla denize açılmaktan ibaret; tekrar ve tekrar. Sığ sularda başlar, hazır olundukça derinlere açılır, oralara dalarız. Daha doğrusu onlar dalar, ben yukarıda beklerim. Aslında bir yanım beklerken bir yanım onlarla dalar. Bunca zaman sonra bazı şeyleri kelâma dökmek hâlâ güç, görüyorsunuz ya...
Nasibi olanlar açarlar gözlerini derin uykularından. O ânlara şahit olmak ne özeldir. Sonsuz şükür...
Kimisi ise her şeyin bir rüya olduğuna uyanır ancak rüyadan uyanamaz. Eh, buna da eyvallah. Bu işler böyleymiş, kurgu böyleymiş, tasarı buymuş. Başımızın üstüne...
Ve çoğunluk ise rüyayı gerçek sanarak yaşayıp gidiyor işte. Onların hizmetleri de bambaşka. Rüyanın rüya olduğunu herkes fark etse ortada rüya kalmaz ki... İşte bu rüyanın taşlarını döşer bu can'lar. Uyanmamak üzere gönüllü olarak gelirler ve arka fonu hazırlarlar, her zaman azınlıkta olacak olan dalgıçlar için. Varlıkları, oluşları çok kıymetli; katkıları paha biçilemez.
Çok sevdim; demiş miydim? Hepsini, her şeyi çok sevdim. Sincapı, laleyi, çamı, bokböceğini, tüm mâhlûkâtı çok sevdim. Tanıyamadıklarımı, bilemediklerimi bile çok sevdim. Olan her şeyi ve sonsuz ihtimalleri çok sevdim.
Ölümü de şimdiden çok sevdim. Bundan olsa gerek, içimdeki titreşimler daha da hızlanıyor, yazdıkça... Yaşama olan sevgimi ifade ettikçe kavuşma heyecanım daha da artıyor sevgiliye.
...
...
Arkadaki sesler iyice uğultu hâline geldi, görüşüm buğulandı. Nefesim her seferinde daha da belli belirsiz bir hâle geliyor, kalp atışlarımın gücü azalıyor.
Hâl böyleyken nasıl hâlâ yazabiliyorum bilmem ama kalem elden düşmeden sonlandıralım.
Dem bu demdir. Hû!
YORUMLAR